Muhalefet 1 Kasım’ın şokunu atlatabilmiş değil. Nasıl atlatsınlar? 17-25 Aralık’tan bu yana girdikleri her seçimde gizli ya da açık ittifak ettiler. Bir tarafta Ak Parti, karşı tarafta alayı birden! gene kaybettiler.
Her türlü illegal unsuru silah olarak kullanmaktan da çekinmediler. Buna hukuk dışı yollarla elde edilmiş dinlemelerden üretilmiş montaj kasetler de dahil. 30 Mart yerel seçimleri, 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimi, 7 Haziran milletvekili seçimleri ve 1 Kasım tekrar seçimi... Güçlerini birleştirmelerine, çatı aday icat etmelerine, PKK’sından FETÖ’süne Türkiye’nin ulusal güvenlik sorunu olarak tanımladığı terör örgütleriyle adeta iş birliği yapmalarına rağmen tıpkı 13 yıldır girdikleri tüm seçimlerde olduğu gibi yine kaybettiler.
Hal böyle iken nasıl oluyor da oluyor sorusuna, kadroların beceriksizlikleri, liderlerin kifayetsizliği gibi olağan siyasi mülahazalarla cevap aramaya çalışmak nafile. Olayımız daha derin ve ahlaki. Yapısal sorunların yanı sıra legal zeminde kalıp kalmamakla ilgili ahlaki ve hukuki bir zaaf da söz konusu.
Açık konuşmak lazım, Türkiye’de muhalefet partileri Cumhuriyetimizin kötü bir alışkanlığı olan darbelerle, bürokrasi, yargı ve ordu vesayetiyle ülkeyi idare etme yani siyaset dışı odaklardan medet umma alışkanlığından kurtulabilmiş değil. Merkez sağ parçalanmadığı müddetçe, doktrinel ve sosyolojik sınırlılıkları dolayısıyla en fazla iktidar ortağı olabilirler. Nitekim 7 Haziran’da MHP bu fırsattı “alayına hayır” diyerek geri tepti.
Muhalefetin, yapısal ve ahlaki sorunlarına odaklanmadan ve buralarda bir dönüşüm yaşamadan güçlenmesi zor görünüyor.
1 Kasım seçimleri CHP ve MHP’de genel başkanların değişmesiyle sonuçlanabilecek bir kaynamaya yol açtı, malum. MHP’li Sinan Oğan ve Meral Akşener, genel başkanlığa aday olduklarını açıkladılar. 7 Haziran’dan sonraki tavrı dolayısıyla ülkücü camia tarafından da çok eleştirilen, kendisi de bunu itiraf eden Bahçeli’nin adaylarla ilgili yaptığı açıklama sözünü etmeye çalıştığım ahlak sorununa ışık tutacak mahiyette.
Bahçeli’nin şimdi mi aklı başına geldi?
Ne diyor Devlet Bahçeli?
Meral Akşener’i kastederek; “Bunların içinde biri vardır ki gelecekte hep beraber göreceksiniz, Fethullah Gülen’in siyasi figürü olarak MHP’de görevlendirilme meselesidir. Bu da ne ona ne başkasına fayda getirmez. Aklını başına lasın” şeklinde son derece sert ifadeler kullanıyor. Bu ifadeler aslında siyasetin nasıl bir ahlak zaafıyla mücrim kılındığını gösteriyor. Birincisi doğrudan Bahçeli’nin tavrıyla alakalı. Devlet Bahçeli, partisine Paralel Yapı tarafından kaset kumpas kurulmuş bir “Gülenzede”dir. Hal böyle iken, 17-25 Aralık darbe girişiminden sonra adeta Fethullahçıların avukatlığına soyunmuş, devlet ve millet için bir numaralı tehdit unsuru olan bu yapıyı masumlaştıracak açıklamalar yapmaktan çekinmemiştir.
Çatı aday gibi bir projenin mimarı olarak bu yapının siyaseti dizaynına etme çabasına en hafif ifadeyle alet olmuştur. Devlet Bahçeli, Paralel Yapı Türkiye’yi “yarı sömürge bir cemaat devleti” haline getirmeye çalıştığında buna itiraz etmezken kendi koltuğu söz konusu olunca birden bire aklı başına gelmiştir.
Meral Akşener’in savunması ise ayrıca dikkate değerdir. “Fethullah Gülen hareketiyle bir irtibatım yok olsa gururla söylerdim” demek suretiyle Bahçeli’nin tepkisinde haklılık payı olduğunu düşündürecek bir açıklama yapmıştır.
Ama hepsinden önemlisi, mahremiyetini kasete çekmek suretiyle siyasetçileri rehin almaya ve bu yolla siyaseti dizayn etmeye çalışan bir yapıya karşı bugün hala “irtibatım olsaydı gurur duyardım” diyebilen biri, siyaseten harakiri yapmış demektir.