İstanbul rüyalar şehridir. Daha önce de İstanbul'da görülen rüyalardan bahsetmiştim. Bugün, yine İstanbul'da görülen başka bir rüyaya kanatlanalım. İstanbul'da doğup büyüyen, şiirler yazan, dergiler çıkaran ve hocalık yapan Mehmet Âkif'in rüyası. Âkif, Süleymaniye Kürsüsünde adlı şiirinde bahseder bu rüyadan.
Türkistanlı entelektüel, seyyah ve yazar Abdürrahim Reşit Efendi'nin bakışında görür bu rüyayı. Abdürrahim Reşit Efendi Rusya, Orta Asya, Çin, Hint beldelerini dolaşarak anlatır. Fakat Türkistan'ı bir başka anlatılır.
Yolu tuttum yalınız doğruca Türkistan'a.
Gece gündüz yürüdüm bulmak için Taşkent'i;
Geçtiğim yerleri ta'dâda mahal yok şimdi.
Uzanıp sonra Buhârâ'ya, Semerkand'e kadar;
Eski dünyâda bakındım ki ne âlemler var?
Sormayın gördüğüm âlemleri, hiç söylemeyim:
Yâdı temkînimi sarsar da kan ağlar yüreğim.
O Buhârâ, o mübârek, o muazzam toprak!
Zilletin koynuna girmiş uyuyor müstağrak!
İbn-i Sînâ'ları yüzlerce doğurmuş iklîm,
Tek çocuk vermiyor âgûşuna ilmin, ne akîm!
O rasad-hâne-i dünyâ, o Semerkand bile;
Buhara, Taşkent ve Semerkant'ın merkezde olduğu bir rüya. Âkif, bir parçasıyla Buharalıdır. Annesi Buharalı Şerife Hanımdır. Anne toprağı, anne memleketi, şefkat ve merhamet yurdudur. Bilimler, medreseler, âlimler yetişmiştir Türkistan'da. Yüzlerce İbn-i Sina gibi dâhileri doğurmuş Türkistan'ın kalbi olan bu şehirler. Mazi, ne geçmiştir ne de sona eren. Bergson'un ve Tanpınar'ın dediği gibi mazi bugüne akıp gelir. Gelecek de mazi ve bugünle inşa olur. Âkif de ilimlerle, şehirlerle, âlimlerle ve sanatlarla yükselen bir mazinin rüyasında gezer. Orada seyahate çıkar. Kendisi çıkmakla kalmaz, bizleri de kendisine yoldaş yapar. O görkemli Türkistan mazisinde, "mübarek" ve "muazzam" toprakları keşfederiz.
Türkistan yıkıktır, hurafeye dalmıştır, ilim gerilemiştir. İşgaller ve istibdatlar yaşanmaktadır. Fakat kurtuluş yine de mümkün. Varlık salt bugün ya da "an" değildir. Varlık an ile beraber mazi ve gelecektir. Bunlarla beraber pişer. Bu ilke Türkistan için de geçerlidir. Bu nedenle "an"daki Türkistan'ın düşüşü, yeniden mazisinin büyüklüğünü hissederek ayağa kalkacak ve yükselecek.
Âkif'in Türkistan rüyası budur. Türkleri ayağa kaldıracak, istibdat ve uyuşukluktan kurtaracak çare bilim, aydın, matbaa ve yeni bilincin uyanışıdır. Bilim için Avrupa'ya öğrenciler gönderilir. Ancak kimileri geri dönüp tamamen Batılılaşmayı kurtuluş olarak gösterir. Avrupalılaşmak teslim olmaktır. Yenilmektir. Varlığından vazgeçiştir. Bu aydınlar, Türkistan'ın varlığı için de tehlikelidir. Avrupalılaşmak çare değildir. Çare, Türkistan'ın kendi varlığıyla dirilmesi, ayağa kalkması ve hareket etmesidir.
Şu kadar var ki şebâbında ufak bir gayret
Başlamış... Bir gün olup parlayacaktır elbet.
O zaman işte şu toprak yeniden işlenerek,
Bu filizler gibi binlerce fidan besleyecek
Gayretler, Türkistan'ı canlandıracak, işletecek ve ona yeniden hayat verecek. Burada ekilen tohumlar filizlenecek ve bunlar da binlerce fidan besleyecek. Âlimler, münevverler, eğitimciler gayrete gelerek Türkistan'ın kurtuluşunu gerçekleştirecekler.
Mehmet Âkif'in fikriyatı, yüzyıl sonra da Türkistan rüyası olmaya devam ediyor. Türklerin millet bilincine sesleniyor. "Muazzam" ve "mübarek" mazideki Türkistan ruhuna yapılan çağrı hala yankılanmaya devam ediyor. Mehmet Âkif'in Doğumunun 150. Yılı Sempozyumu ile Türkistan'da konuşuyoruz. Onun çağrısının elçiliğini şimdi Bakü'de yapıyoruz. Türkistan, onun nefesiyle tohumlanıyor. Safahat'ın ilk defa Özbekistan Türkçesine tercüme edilmesi de bunun somut göstergesi.