Hakkında olumsuz konuşan biri çıkar mı? Hiç sanmıyorum. Mustafa Çelik’in bulunduğu bir ortamda tanışmıştık. Belki de Cevat Özkaya... Hafızamı yokluyorum ama netleştiremiyorum. İkisinin de bulunduğu bir ortam belki de...
Bunun ne önemi var?
Küçücük obamızda kaç kişiydik ki?
Dergi büroları, yayınevleri, Beyaz Saray, Küllük’ten arta kalan salaş kıraathane, Çınaraltı, Koska, öğrenci evleri...
İlla ki öğrenci evleri...
İstanbul’a geldiğim yıllarda, 80’li yılların başı, ilk temas ettiğim insanlardan biriydi. Anadolu’dan tedrisata gelmiş birçok arkadaşımızın ilk temas ettiği kişi oldu Akif Emre. Elbette benim için de öyle... Ardından rahmetli Hamit Can ve Nusret Özcan gelir.
Hamit uzun dönem askerliğini yapıyordu, izin günleri düşüyordu devam ettiğimiz Çorlulu Ali Paşa Medresesi’ne. Bazen de Sezai ağabeyin “eğleştiği” mekânda karşılaşıyorduk.
Nusret Özcan müdavimdi. Ağzında sigarası, koltuğunun altında çantası, uzun sarı yeleli saçlarıyla rüzgâr gibi girerdi kapıdan.
Her zamanki köşesine serilir, öfke nöbetleri ve ihtilaçla anlatırdı.
Saatlerce anlatırdı.
Saatlerce dinlerdik.
İşte tam da bu görüntülerin üzerine düşerdi o ince merak, o zarif tebessüm...
Müdavimi olduğumuz mekânlarda değil, daha çok yayınevi ve dergi bürolarında karşılaşırdık. Her zaman zarifti, her zaman hassastı, her zaman ilgiliydi, her zaman entelektüeldi. Ve her zaman vicdanlı...
Bir insan hakkındaki bütün “olumlu nitelemeleri” toplayın, karşısına onun ismini yazın. Akif Emre buydu.
Uzunca bir süre aynı gazetede çalıştık. Yeni Şafak gazetesinin kurucuları arasındaydı. Bir dönem gazetenin yayın yönetmenliği yaptı, iş başa düştüğü için bu göreve katlanmak zorunda kaldı ama herkes, hepimiz biliyorduk ki, bir “gazeteci”den daha fazlasıydı.
Kitaplarını, gazete yazılarını, hazırladığı belgeselleri, yayınladığı kitapları izleyenler bunu yakından bilecektir.
İyi yazar, iyi insan ve “mütefekkir” Akif Emre, çok iyi ve kılı kırk yaran bir yayıncıydı aynı zamanda.
Sabah gazeteye gelince aldım vefat haberini: “Ani bir kalp krizi...”
Kalbiyle ilgili bir sıkıntısı olduğunu duymuştum.
Kimin yoktu ki kalbiyle ilgili sıkıntısı?
Kontrollü bir insan olarak tanıdığım Akif Emre’nin, fazla koşturmadan (koşturmamak kabil miydi), fazla yorulmadan bu sıkıntıyı aşacağını düşünüyordum ama “ani...” sözcüğüyle başlayan o durumla bu kadar erkenden karşılaşacağını, doğrusu, tahmin edemiyordum. Konduramıyordum.
Hissiyatımı söyleyeyim, dolaysız ve yalın...
Çok üzüldüm... “Üzüldüm” sözcüğünün ifade sınırlarını aşan bir duygudan söz ediyorum...
İyi biliyorum ki, bu çevreden ve farklı çevrelerden birçok insanın samimi hissiyatı budur.
Hepimiz çok üzüldük.
Bizim için (bizim kuşak için), “dost” ve “arkadaş” olmanın ötesinde, taşıyıcı kimliği olan ve “öğreten”, rikkatli olmaya zorlayan bir insandı, bir ağabeydi...
Rabbim rahmetini esirgemesin.
Mekânı cennet olsun.