AK Parti, bir dizi nedenden, bir kısmı kendinden kaynaklanan, başka bir kısmı da muhalefetten ve küresel konjonktürden oluşan nedenlerden iktidar ömrü uzun bir siyasi parti.
Bu süre daha da uzayabilir.
Ancak, AK Parti’yi de bekleyen bir temel büyük tehlike var.
CHP ya da başka bir muhalefet partisi AK Parti’ye iktidar tehlikesi oluşturmuyorlar, yakın vadede de oluşturacağı pek benzemiyorlar.
Gezi eylemleri, Çarşı ya da paralel yapıların da ciddi bir iktidar tehlikesi olabileceklerini düşünmek benim için hiç kolay değil; pusuya yatmış bir askeri darbe ihtimali orta vadede bence Gezi, Çarşı ya da paralelden çok daha ciddi bir ihtimal ama kısa vadede bu ihtimal de çok büyük değil.
Geriye de bir tek ama çok önemli bir tehlike kalıyor: ESKİ TÜRKİYE.
Eski Türkiye’nin ayaklanıp AK Parti’yi devirmesi söz konusu bile değil, olamaz; esas tehlike AK Parti’nin eski Türkiye kurumlarına kısmen de olsa gönüllü teslim olmasıdır, yani yeni Türkiye’nin daha doğum aşamasında eskimesidir, işte o gün AK Parti misyonunun sonudur.
O gün ne mi olur? Yeni bir parti çıkar, AK Parti’nin 2003 misyonunu sırtlanır, iktidara gelir.
Geçenlerde bir televizyon tartışmasına katıldım, iznini almadığım için ismini, kurumunu veremem ama AK Parti’ye yakın basın kuruluşlarında çalışıyor, programa Ankara’dan katıldı, AK Parti’nin 2014 tezlerine de çok yakın duruyor, hakkıdır, meşrudur.
Ancak, beni tedirgin eden konu, şahsen de tanıdığım bu arkadaşın AK Parti’nin 2014 tezlerine sahip çıkarken iki anayasal kuruma da sahip çıkıyor oluşu idi, değiştirilmelerinin, kaldırılmalarının Türkiye için çok yararlı olmayacağını söyledi.
Söz konusu iki anayasal kurum Milli Güvenlik Kurulu (Anayasa 118) ve bugünkü vatandaşlık kurumu (Anayasa 66) idiler.
Söz konusu arkadaşımız bu iki kuruma dokunmadan da sivil-asker ilişkilerinin iyileştirilebileceğini ve çözüm sürecinin ilerleyebileceğini savundu, bence büyük ölçüde yanılıyor.
İtiraf edeyim, bu pozisyonu AK Parti için çok tehlikeli, çok riskli görüyorum, eski Türkiye’nin eski kurumlarına sahiplenmek hatta eski Türkiyelileşmek olarak algılıyorum.
İki gün önce (17 Eylül) Yeni Şafak gazetesinde çıkan bir haber aynen şöyle: “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeni dönemde başkanlık edeceği MGK’yı ulusal ve dış güvenlik konularında ‘Bakanlar Kurulu gibi daha sivil ve aktif işleteceği ifade ediliyor.”
Sayın Erdoğan bugün Çankaya’da ama çizgisini, ben de, başkaları gibi, AK Parti çizgisinden değişik bir yerde okumuyorum.
MGK, bir anayasal (!) kurum olarak 27 Mayıs darbesinin ürünüdür, Kenan Evren de 12 Eylül darbesiyle bu askeri vesayet kurumunu daha da güçlendirmiştir, eski Türkiye’nin, bir başkası ile beraber, en simgesel kurumudur.
Yeni Türkiye’de MGK’yı anayasal bir statüsü olmayan bir danışma kuruluna dönüştürmek yerine ulusal (!) ve güvenlik konularında Bakanlar Kurulu’nun bile önüne geçen bir kurum haline getirmenin de AK Parti’nin 2003 misyonuna uymadığı kanaatini taşıyorum, bu gelişmeyi de AK Parti için tehlikeli buluyorum.
AİHM geçtiğimiz günlerde din derslerinin (Din kültürü ve ahlak bilgisi) zorunlu anayasal statüsünü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı buldu.
Sayın Davutoğlu da AİHM’in bu kararına tepkisini dile getirdi.
Benden naçiz bir hatırlatma, zorunlu din dersi de (Din kültürü ve ahlak bilgisi) Kenan Evren’in anayasal sistemimize bir hediyesidir, 24 ve 61 anayasalarında yoktur, bu anayasa maddesini her gördüğümde aklıma tek parti döneminin bir CHP büyüğünün (galiba Ankara Valisi Tandoğan idi) “Bu millete komünizm gerekiyor ise onu da biz getiririz” sözü gelir, Kenan Evren de, bir biçimde, “Bu millet dinini öğrenecek ise, onu da biz öğretiriz” diye düşünmüş olacak ki, 1982 Anayasasına zorunlu din derslerini koymuştur.
Son vizyon toplantısında, daha çok yeni, “hedefimiz dinimizi sivil topluma emanet etmektir, resmi dini yapılara son verebiliriz” diyen AK Parti’nin 82 Anayasasının zorunlu din dersine sahip çıkması yerine AİHM kararını bir fırsat bilip vizyon ilkesini, çok doğru bir ilke ve yaklaşımdır, yaşama geçirmeye başlamasını dilerim.
AK Parti’yi bekleyen en büyük tehlike eski Türkiye’nin kurumlarının bu çok önemli siyasal hareketi içine çekmesidir.
Sezer değil Erdoğan’ın Çankaya’da olması, Demirel’in değil de Davutoğlu’nun Başbakanlığı çok önemlidir ama yeni Türkiye bu demek değildir, şahsi değil kurumsal bir konudur, yeni Türkiye eski Türkiye kurumlarının TAMAMEN değişmesi, yenilenmesidir, başka şey de değildir.