30 Mart seçimlerine gidilirken iktidar partisi AK Parti’ye yönelik muhalefet yolsuzluk iddiaları üzerinden yürütülüyor.
Bu normal ama beraberinde yerel yönetimler üzerinden de eleştiriler ve öneriler beklenirdi doğrusu.
Bu iddiaların, bu suçlamaların sandığa ne ölçüde yansıyacağını da gerçekten bir sosyal bilimci, bir iktisatçı olarak çok merak ediyorum.
Son yaşanan olayların benim üzerimde yarattığı en büyük ve nasıl onaracağımı bilemediğim tahribat üzerimize çığ gibi yağan enformasyona karşı aşırı bir kuşkuculuk refleksi geliştirmiş olmam; lafın kısası, duyduğum hiçbir şeye çok inanamıyorum, yolsuzluk ya da başka iddialar da, telefon dinlemeler de, tapeler de bu kapsamda.
Ancak, bir iktisatçı, bir maliyeci olarak şunu söyleyebilirim, bu kurumsal yapı çok radikal bir biçimde değişmedikçe, kamu bankacılığı sürdükçe, İhale Kanunu, mevzuatı Dünya Bankası modeline dönüştürülmedikçe, imar hukuku ve mevzuatı bugünkü yapısını korudukça dün de, yirmi sene önce de, bugün de, yarın da yolsuzluk mutlaka olmuştur, olacaktır, aksini düşünmek bile anlamsızdır, eşyanın tabiatına aykırıdır.
Bu konuda benim AK Parti’ye yönelteceğim objektif itiraz bu partiye, Sayın Başbakan’a yöneltilen yolsuzluk iddiaları üzerinden değil çünkü her şeye kuşkuyla yaklaşıyorum, değiştirilmeyen, hatta İhale Kanunu konusunda olduğu gibi, daha da geri götürülen ekonomi hukuku ve mevzuatı üzerindendir.
Gelelim esas konuma, yani yolsuzluklar üzerinden AK Parti’ye yöneltilen eleştirilerin siyaseten etkinliğinin çok yüksek olmaması ihtimalinin kökenlerine.
Bugün, çok küçük ve dürüst bir azınlık dışında, AK Parti’ye yönelik yolsuzluk eleştirilerini seslendirenlerin dün de başka konularda yine yüksek sesle eleştirenlerle aynı kişiler, gruplar, partiler olması çok önemli.
Ama, işin daha da ilginç ve önemli yanı, AK Parti’ye, haklı ya da haksız, bilemiyorum, bugün yolsuzluk, dün Gezi eleştirilerini çok sert bir üslupla getiren kesimlerin Gezi’den de önce AK Parti’ye türban eleştirisini getirenlerle yine aynı özel ya da tüzel kişiler olması.
Aynı özel ya da tüzel kişiler, bugün yolsuzluk, dün Gezi, biraz daha önce Cumhurbaşkanının, Başbakanın, bakanların eşlerinin türbanlı olmasını eleştirenler, askeri vesayetle mücadeleye de karşı çıkmış, çok büyük ölçüde 28 Şubat sürecini desteklemiş, AK Parti’nin kapatılması talebiyle Anayasa Mahkemesi’nde açılan davaya da destek vermiş kişiler, kurumlar.
Bu yüzden de inandırıcılıkları, belki de maalesef, sınırlı kalabiliyor.
Benim açımdan üzücü yan, yolsuzluk iddiaları gibi vahim iddiaları da öncelikle dile getiren özel ya da tüzel kişilerin, tarihsel nedenlerden inandırıcılık krizinin içinde debeleniyor olmaları; cemaat bu çerçevenin dışında tutulabilir.
AK Parti’nin bu yolsuzluk iddiaları karşısında en büyük şansı bu eleştirileri getirenlerin kısm-ı azamının, işin özünde, AK Parti’ye yönelik eleştirileri yolsuzluk üzerinden değil, çok iyi bildiğimiz kültürel kökenler, uyuşmazlıklar üzerinden dile getiriyor olmaları.
Gerçek olma ihtimalini hiç de küçümsemediğim yolsuzluk iddialarını bugün dile getirenlerin senelerce, senelerce mesela silah alımları konusunu, bu alanda gündemde olan komisyonları, askerin siyaseten ve mali olarak denetlenememe gerçeğini, denetleme olmadığı için muhtemel yolsuzlukları, Sayıştay’ın senelerce askeri harcamaları denetleyememesini, muhtıralar kepazeliklerini hiç gündeme getirmediler.
Bu nedenden de AK Parti seçmeninin önemli bir bölümü, muhtemelen, bugünkü ve ciddi olabilecek iddiaları türban yasağının savunulması, parti kapatma davasının desteklenmesi, askeri vesayetin eleştirilmemesi düzeyinde izliyor.
Bu durum da AK Parti’nin en büyük avantajı belki de.
Yolsuzluklar konusunu belki de haklı gerekçelerle bugün iktidar partisine karşı öne çıkaran kesimin arkasında öyle bir bagaj var ki, her eleştiriye on metre geriden başlıyorlar.
Bu durum da Türkiye’nin muhtemelen en büyük handikapı.