7 Haziran’da ortaya çıkan Meclis aritmetiği AK Parti’ye tek başına hükümet kurma imkanı vermediği gibi AK Parti’siz hükümet modellerinin de imkansız olduğunu gösterdi.
Son 3 yıldır AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik yürütülen itibarsızlaştırma kampanyası giderek bir darbe sürecine dönüştü. Buna karşı şapkamı alır giderim, sineyi millete dönerim ya da boyun eğerim demeyen, milletten aldığı iradeyi yine ancak ve ancak sandıkta teslim ederim ilkesince hareket eden AK Parti ve Erdoğan bu darbe sürecine dik bir duruşla mukavemet gösterdi. Bunun adı ise “Erdoğan toplumu kutuplaştırıyor” oldu. Bu algı iç ve dış pazara pompalandı. AK Parti dışındaki tüm siyasi partiler bu algı etrafında kenetlendi. CHP, HDP ve MHP yine bu algıyı pekiştirmek için gözle görünür bir ittifak içine girdiler.
7 Haziran seçimlerinde güç birliği yapıp bir yıl önce ilk turda yüzde 52 oy oranı ve 21 milyonun oyuyla ‘çatı’yı devirerek Cumhurbaşkanı olan Erdoğan’a karşı bir seçim kampanyası yürüttüler.
AK Parti ise liderini Cumhurbaşkanlığı makamına göndermiş, teşkilatlarında ciddi yenilenmelere gitmiş ve 3 yıldır mütemadiyen yumruklanan bir parti olmasına rağmen, yeni Genel Başkanı ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun çalışkanlığı ve birleştirici kişiliği sayesinde bütünlük içinde bu sıkıntılı süreci atlatabildi ama tüm bu olumsuzluklar alt alta sıralanınca AK Parti 13 yıllık yükseliş grafiğinden geri düştü.
Bu sonucun ortaya çıkmasında AK Parti’nin 8 Haziran itibariyle muhasebesini yaptığı kendi hata ve eksikliklerinin de payı var kuşkusuz. Bu eksik ve hataların “hükümet programımız” dedikleri seçim beyannamesinde azami ölçüde giderildiğini söylemek mümkün.
***
1 Kasım seçimlerini 7 Haziran üzerinden erken bir analizini yapacak olursak ilk elden şu tespitte bulunabiliriz: 7 Haziran seçimleri AK Parti’nin kendi doğal tabanının sınırlarına çekildiği, MHP ve HDP’nin ise ideolojik sınırlarını azami ölçüde zorladıkları bir seçim oldu. Şimdi ise ideolojik çeperleri zorlayan partiler için sıkıntılı bir süreç var. MHP ve HDP’nin seçmene ideolojik söylem dışında sundukları vaatlerin inandırıcılığı yok.HDP PKK’ya “sana savaş yaptırmayacağız” demediği sürece Türkiye genelinde değil Kürtler arasında da meşruiyet krizi içindedir.
7 Haziran’da “hayırcı başı” olan Devlet Bahçeli’nin 1 Kasım için “HDP dışında koalisyona hazırız” demeye başlaması ise seçmene 7 Haziran’dan sonra neden sorumluktan kaçtın sorusunu sordurtuyor. Ve tabi her şekilde tek başına iktidar olamayacağı zaten ortada olan, üstelik böyle bir ufku dahi olmayan bir siyasi partinin seçmenin ‘sıradan’ ihtiyaçlarına cevap verecek vaatlerde bulunması en fazla “kağıt üzerinde güzel” yorumuna muhatap olabilir.
CHP ise bu iki partiden kısmen şanslı duruyor. Fakat HDP’nin CHP üzerinden yeniden kendine meşruiyet devşirmesine izin vermemek kaydıyla. Demirtaş’ın “CHP ile birlikte AK Parti’nin olmadığı bir hükümet alternatifi olabiliriz” şeklindeki lafları, Şafak Pavey gibi vekillerin “Birlikte salladık” sözünde karşılık bulan “CHP-HDP ittifakı”, HDP’nin PKK’laştığı bir vasatta CHP’nin geniş tabanında ciddi rahatsızlık yaratacaktır.
Ancak bu arazdan kendini bütünüyle ayrıştırabilirse CHP, ekonomik vaatleri seçmen tarafından nazarı dikkate alınabilir. Yoksa kimi kıt akıllılar “Erzurumlular Kılıçdaroğlu asgari ücreti 1500 TL yapacağım deyince yuhalıyordu, Davutoğlu 1300 TL yapacağız deyince alkışlıyor, neden ki” diye daha çok sorar.
Gelelim AK Parti’ye; AK Parti’nin kendi muhasebesini yapmış olması ve kendini revize etmiş olmasının yanı sıra en büyük şansı aslında bizatihi 7 Haziran seçim sonuçları. Seçmen bu kez sandığa 7 Haziran’dan sonraki hükümet kuramama sürecini tecrübe etmiş olarak gidecek. Tek başına iktidar olmaya aday tek parti yine AK Parti. Bu da önemli bir motivasyon kaynağı.
7 Haziran’da HDP’nin barajı geçme motivasyonu nasıl bir itici güç olduysa şimdi AK Parti için de yeniden tek başına iktidar olabilmek öylesi bir itici güç.