Gündemdeki “İslamcılık” tartışmaları hakkında tek bir şey söylemem gerekirse, teorik bir problemi pratik iktidar kavgasında kullanma gayretinin hem amacına ulaşmasının zor olduğunu hem de “teoriye yazık edeceğini” söylerim.
Demek istediğim, “AK Parti İslamcı değil” eleştirisi iktidar partisine zarar vermez. SP ve HAS Parti tecrübeleri ortada. Oy verdikleri partinin yeterince İslamcı olmadığını söyleyerek seçmenin aklını çelmek mümkün olmuyor nedense. Zaten ülkeyi “İslamileştirmekle” suçlanan bir partiyi “İslamcı değil” diye eleştirdiğinizde onu köşeye sıkıştırmış olmuyorsunuz!
İlginç olan şu ki bunları söyleyenler AK Parti’yi hem “neden İslamcı değilsiniz” diye hem de yeri gelince “Siz ne biçim İslamcısınız” diye eleştirmekten geri durmuyorlar. İki vurup bir sayıyorlar!
Aslında “İslamcılık tartışması” bağlamında yazılıp çizilenlerin bildiğiniz “mücahitler müteahhit oldu” önermesini aşan bir içeriği yok. “AK Parti iktidara geldi, İslamcılık sona erdi” diye özetlenebilecek bir görüş dillendiriliyor.
Dindar kimliği olan siyasetçilerin iktidara gelmesinin neredeyse “İslam’a aykırı” olduğunu ileri sürdükten sonra, “iktidar olduğunuzda sistemin dışında kalarak muhalefet etme imkânınızı kaybediyorsunuz” diyorlar.
Bu eleştiri “AK Parti sistemi dönüştürüyor” diyenlerin yüreğini ferahlatmayacağı gibi, AK Partililere de “İktidara gelmekle yanlış yapmışız meğer” dedirtmeyecektir herhalde.
“Yeterince İslamcı olmadıkları için Diyanet’i kaldırmıyorlar” türünden suçlamalar ise bir yerlere “bunlar yeterince ılımlı değil, biz daha ılımlı İslamcıyız” mesajı verme gayretini ifade etmiyorsa eğer, batıcı liberal zihniyetin hayâlarını burduğu bir tür “tırnak içinde İslamcılık” anlayışını yansıtıyor olmalı.
Hepsinin değilse de, kerameti kendinden menkul liberal tezleri mutlak hakikat olarak benimsemiş görünen bazı “İslamcılık eleştirileri”nin dayandığı “İslam’ı devletten arındırmak” fikri ilk anda kulağa hoş gelebilir ama bu aynı zamanda “Devleti İslam’dan temizlemek” anlamına geliyor.
Doğruluğunu veya haklılığını bırakın, bu mümkün mü? Yani devletle toplumu birbirinden ayırmak mümkün mü? Tabii ki değil, çünkü Devlet bir toplumun idari organizasyonu demek nihayetinde.
Peki, toplumun ideolojisini devletten ayrı tutmanın imkânı var mı? Tabii ki yok. Öyleyse ne yapalım? İslam’ın hep muhalif kalmasını, toplumun işleyişine hiç karışmamasını nasıl temin edelim?
“AK Parti yeterince İslamcı değil” eleştirisinden “Müslümanlar devletten elini çeksin” talebine sıçramak çok eğlenceli bu arada.
***
Hem günlük dildeki kullanımında hem de özel olarak söz konusu tartışmalarda “İslamcılık” tabirinin anlamının epeyce değişken ve yer yer belirsiz kaldığını da söylemek lazım.
Böylesi bir belirsizlik varken AK Partililere “neden İslamcı adlandırmasını kabul etmiyorsunuz” tarizi yapılması doğru olmasa gerek. (Türkiye’de, bırakın merkez sağ karakteriyle iktidara gelmiş olan bir partiyi, herhangi bir partiden istenmesi çok da gerçekçi olmayan bir talep bu. Ama işin o tarafı ayrı bir konu.) Şu da var ki İslamcı adlandırmasını kabul etmeyen tek zümre AK Partililer değil. Öteden beri dinî cemaat ve tarikatların çoğu bu adlandırmaya çeşitli gerekçelerle itiraz ediyor. Bu itirazları anlamak için İslamcılığın tarihsel gelişimine ve özellikle kavramsal anlamlarına bakmak lazım.
Oraya baktığınız zaman “İslamcılık AK Parti iktidarı ile birlikte sona erdi” iddiasını havada bırakacak şekilde İslamcılığın esas itibarıyla 1924’te sona ermiş olduğunu da göreceksiniz. Yarın bu konuyu sürdürelim.