AK Parti, hem 12 Eylül Darbesi hem de darbe anayasasındaki en ciddi revizyonu ifade eden 12 Eylül Referandumu ile aynı tarihte 5. Olağan Kongresini tamamladı. Olağan kongre olmasına rağmen AK Parti için kritik önemdeydi. Kurucu ve doğal lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı makamına geçişinden sonra Parti Genel Başkanlığı görevini Ahmet Davutoğlu’na bıraktığı kongreyi saymazsak ilk kez kongre öncesinde alternatif bir isim üzerinden spekülasyon yapıldı.
Son tahlilde yine beklenen oldu, Başbakan Ahmet Davutoğlu delegelerin tamamının oyunu alarak yeniden AK Parti Genel Başkanı seçildi. Partinin yönetici kadrosu için yine tek liste oylamaya sunuldu. Ancak ilk kez her iki konuda da basına yansıyan farklı görüşler oldu. Bülent Arınç, Beşir Atalay gibi kıdemli partililerin demeçleri üzerinden Cumhurbaşkanı’nın AK Parti üzerindeki etkisi eleştiri konusu yapıldı.
***
Peki, bu ve benzeri tartışmalar siyasi partiler için olumsuz şeyler midir?
Evvela şunu ifade etmek gerek, rekabet siyasi partilerin iç dinamizmleri için olumlu ve son derece normal bir hadisedir. Siyasi partiler benzeri durumlara dayanıklıklarıyla da güçlenir ve kurumsallaşırlar.
Fakat karizmatik liderin olmadığı ya da kaybedildiği durumlarda katı ideolojik bir tutkal da yoksa partiler için dağılmaya kadar varan sonuçlar da doğabilir.
Fakat AK Parti iki açıdan da bu zaaf ile malul değil. Birincisi, katı ideolojik bir yapıda olmasa da AK Parti’de güçlü bir “büyük Türkiye” nosyonu ve “dava” bilinci vardır.
İkincisi, AK Parti kendi doğal liderini cumhurbaşkanlığı makamına göndermiş olmakla birlikte hem seçmen hem de teşkilat nezdinde Erdoğan’ın ağırlığını güçlü şekilde hissetmektedir. Bu ilişki Erdoğan’dan parti ve seçmene doğru değil seçmen ve teşkilattan Erdoğan’a doğru sorumluluk yüklemektedir.
Yani AK Parti teşkilatı için de AK Parti’ye oy veren seçmen için de Erdoğan elini eteğini siyasetten çekme lüksü olmayan bir figürdür.
Bu o kadar böyledir ki AK Parti’nin muarızları için de Erdoğan, söylem oluşturabilmenin neredeyse yegane unsuru haline gelmiştir.
Muhalefetteki siyasi partilerin kendilerini gönüllü olarak kilitledikleri bir hapishane, pozitif siyaset üretememelerinin kamuflajı olmuştur Erdoğan nefreti.
Neredeyse bağımlısı oldukları bir nefret!
Muhalefet partilerinin bu irrasyonel tutumu, AK Parti seçmeninin Erdoğan etrafında kemikleşmesini beraberinde getirmektedir. İlk durumda irrasyonalite olarak okuyabileceğimiz düşmanlık AK Parti seçmeninde rasyonel bir tercihe dönüşmektedir.
***
Peki, tüm muhalif unsurların ittifak etmesine, küresel aktörlerin desteğine, PKK’nın bile hoş görülmesine yol açacak denli kesif bir hal almış olan Erdoğan nefretinin gerçek sebebi ne?
AK Parti’nin düşük yoğunluklu ve mütemadiyen süren bir darbeye maruz kalmasına rağmen hala Türkiye’nin en çok oy alan taşıyıcı-merkez partisi olma pozisyonunu devam ettirmesinin sebebi, halkın bu nefret söyleminin Türkiye aleyhine planları örtmek için geliştirildiğini görmüş olmasıdır.
AK Parti Kongresinin öncesindeki kimi tartışmalara rağmen tek liste ile ve kurucu ruha geri dönüş vurgusuyla tamamlanmış olması bu açıdan çok önemliydi.
Erdoğan ismi etrafındaki yıpratma projesi bu kadar ayyuka çıkmış iken partinin Erdoğan’ı bu denli güçlü şekilde sahiplenmiş olması da yine aynı gerekçeyle önemliydi.
Parti’deki olası ikilik görüntüsünün mevcut MKYK listesi ile elimine edilmiş olmasının yine böyle bir anlamı var kuşkusuz.
Marjinalizmin giderek merkezi aşındırma eğilimi gösterdiği bir vasatta taşıyıcı merkez partilerin tek ve güçlü sesle konuşmasının öneminin ayrıca altının çizilmesi gerekiyor.
Bu kriterler ışığında AK Parti’nin 12 Eylül’de gerçekleştirdiği kongresi olağan olduğu kadar kritik olma niteliği de taşıyordu.
Terörün Türkiye gündemini acı ve öfke ile işgal ettiği ve 7 Haziran seçimlerinde AK Parti’nin HDP’ye oy kaybettiği gerçeğinden hareketle kongre ve MKYK listesinin analizini de yarına bırakalım.