7 Haziran Seçimleri sonucu ortaya çıkan manzara, AK Parti’ye çok cüzi bir sandalye sayısıyla da olsa tek başına hükûmet kurma imkânı vermiyor. Bu durumun siyasi partilere, medyaya, piyasalara ve seçmene yansıması, gerçekten ilginç bir manzaranın yaşanmasına yol açıyor. De facto, yukarıdaki unsurların tamamı da 7 Haziran neticesi ortada değilmiş gibi davranıyorlar.
Muhalefetteki siyasi partiler kabaca dün nasıl bir siyasal rasyonalite içerisinden söylemlerini inşa ediyorlarsa, bugün de benzer bir yerde duruyorlar. Aynı şekilde diğer aktörler de. Oldukça ilginç bir şekilde AK Parti düşmanlığını bir saplantıya dönüştüren aktörler, AK Parti’ye her yönüyle tek başına iktidar muamelesi yapma ihtiyacı da hissediyorlar. Bu durum ise 7 Haziran’ı ilginç bir şekilde AK Parti lehine konsolide etse de, seçim neticesini ortadan kaldırmıyor.
En iyi ihtimalle koalisyon görüşmelerine kadar bu statükonun devam edeceğini tahmin etmek zor değil. Asıl sıkıntı, koalisyon görüşmelerinde de aynı sürreel dünyanın içerisinden çıkamadıklarında yaşanacak. Muhtemelen piyasalar, acı gerçekle yüzleşecek ilk unsur olacak. Lakin diğer aktörlerin de benzer şekilde uyanacağının teminatı değiller.
Özellikle siyasi partilerin, AK Parti’siz bir senaryonun ne anlama geldiğini koalisyon müzakerelerinden önce idrak etmelerini beklemekten başka yapacağımız bir şey de bulunmuyor. Zira AK Parti realitesi aslında ‘AK Parti vazgeçilmezliğine’ dönüşeli uzun zaman oluyor. Öyle ki; siyasal coğrafya merkezli, etnik ve sekter krizlerini her seçimde büyüten muhalefet, AK Parti vazgeçilmezliğinin nasıl derinleştiğini fark edemedi.
Bu durumun en kaba yansımasını hem koalisyon görüşmelerinde hem de neticesinde çok açık bir şekilde göreceğiz. Yani muhalefetteki üç partiden biri veya ikisi olmadan, neredeyse hiçbir siyasal, sosyolojik ve ekonomik ciddi rahatsızlık ortaya çıkmadan, AK Parti omurgasının Türkiye ile beraber bu partilerden birinin de kendisine asılarak hükûmet kurulmasını pekala sağlayabileceği ortaya çıkacak. Hatta üç partiden hiçbirisi koalisyona yanaşmazsa da, muhtemel bir erken seçim için de AK Parti’nin geçiş sürecinin teminatı olarak hazmedilmesinde pek sorun yaşanmayacağı kabul görecektir.
Burada yaşanan durum, Türkiye sosyo-ekonomik ve siyasal vasatının uzunca bir zamandır AK Parti’de tahkim edilmiş olmasıdır. 7 Haziran Seçimlerinde merkezkaç kuvvetlerin güçlenmesi şeklinde okunabilecek seçim sonuçları, aynı anda muhalefet partilerinde cüzi bir siyasal temerküze neden oldu. Ancak bu durum, ironik bir şekilde etno-sekter yapılarını tahkim ettiğinden dolayı, vasattan uzaklaşmanın zafiyeti ve AK Parti’nin (vazgeçilmezliğinin) tahkimine de yol açtı.
Başka bir ifadeyle, merkezden kayan oylar ‘diğer sağ ve solun’ merkeze yürüyüşlerini değil, aksine bulundukları ekstrem siyasal havuzun yoğunlaşmasını sağladı. Dolayısı ile bu yoğunlaşmayı kendileri ‘güçlenme’, Türkiye ise ‘rahatsızlık’ olarak hissetti ve seçimlere de ciddi siyasal dönüşüm dayatan sonuçlar yerine, Meclis aritmetiğini ifsat eden bir netice olarak yansıdı.
AK Parti’yi tarihsel derinliği ve üzerine oturduğu büyük sosyolojik dalgadan bağımsız bir şekilde kişiselleştirmeler ve güncel gelişmeler üzerinden değerlendirenler açısından mevzubahis yaptığımız ‘AK Parti vazgeçilmezliğini’ idrak etmeleri mümkün görünmüyor. Bu yönüyle koalisyon müzakereleri, muhalefet partilerinin 13 yıl boyunca erteledikleri, AK Parti ile çok geç kalmış bir tanışmanın önünü açabilir.
Koalisyon baskısı arttıkça siyasi partilerin, medyanın, piyasaların ve seçmenin AK Parti’ye tek başına iktidar muamelesi yaparak, 7 Haziran mecburiyetlerinden ve sorumluluklarından kaçmalarının mümkün olmadığı ortaya çıkacaktır. Hatta süreç ilerlediğinde AK Parti ile koalisyonun nasıl değerli bir konfor sağlayacağı da ortaya çıkacaktır. Her yönüyle 7 Haziran’la tahkim edilen ‘AK Parti vazgeçilmezliğinin’ yeni dönemdeki Türkiye için ele avuca gelen yegâne siyasal sermaye olduğu görülecektir.