AK Parti, önceki gün kuruluşunun 16. yılını kutladı. 14 Ağustos 2001'de kuruldu ve yaklaşık bir yıl sonra 3 Kasım 2002'de ilk girdiği seçimlerde iktidara geldi. Halk bir önceki dönemde Meclis'te grubu olan tüm partilere kırmızı kart gösterdi. Meclis dışındaki CHP'ye ana muhalefet partisi görevini verdi. Henüz bir yaşındaki Ak Parti'yi ise 363 milletvekili ile neredeyse anayasa değiştirebilecek güçle iktidara taşıdı.
2002'de insanların oy tercihlerini belirleyen, 28 Şubat darbesinin siyasi, toplumsal ve ekonomik enkazıydı. 28 Şubat darbesiyle ülkenin bankaları boşaltılmış, bir gecede para pula dönmüş, koalisyon hükümetleri ne ekonomiyi toparlayabilmiş ne de toplumsal barışı tesis edebilmişti. Toplumun en geniş sosyolojik kesimini temsil eden muhafazakar çoğunluk, sekiz yıllık kesintisiz eğitim, Kur'an kurslarının yasaklanması, imam hatip liselerine katsayı engeli ve başörtüsü yasağı gibi bir dizi hak gaspı sebebiyle ötekileştirilmişti.
Ak Parti'nin kuruluşunda da halkın Ak Parti'yi tercih edişinde de bu olumsuz gidişatı tersine çevirme arayışı vardı. Nitekim 2002'den bugüne girdiği tüm seçimlerde oyunu yükselterek iktidarda kalmayı başardı. 15 yıllık iktidar döneminde 12 sandık zaferi kazandı. Bu başarı tablosu Ak Parti'yi sadece Türkiye'de değil dünya siyasi partiler tarihinde de ayrıcalıklı bir yere oturttu.
Bu başarının analizini doğru yapabilmek Türkiye'de siyaset yapmak isteyen herkesin önündeki bir ödev...
***
Sandık zaferlerinden ibaret de değil fakat Ak Parti'nin başarısı. Askeri ve sivil bürokratik vesayete ve bu vesayet havuzunda yaşamaya alışmış, buradan nemalanan siyaset-medya-iş dünyası oligarşisine karşı vermiş olduğu mücadelenin bir neticesi aslında Ak Parti'nin 16 yıla sığdırdığı seçim zaferleri.
Halkın Ak Parti'ye bunca yıl, peş peşe ve artan oranda teveccühünü anlayabilmek için evvela sandık zaferinin makarnayla, kömürle gelmediğini akıl etmek gerekiyor. "Sosyolojinin siyasette karşılık bulması" diyebileceğimiz bir denklem üzerine oturuyor bu hikaye. Çevre ve merkez arasındaki yüz yıla yaklaşan mücadelenin bir safhası da diyebiliriz. Ama hepsinden önemlisi bir kaç çok önemli unsurun kesişmesi. Bunlardan kuşkusuz en etkili olanı lider faktörü...
Ak Parti'nin kurulduğundan bugüne iktidarda kalmasını sağlayan da bölünmeden yahut el değiştirmeden yoluna devam etmesini mümkün kılan da güçlü lider faktörüdür.
2013'ten itibaren Türkiye'yi hedef alan meydan okumanın bunu Ak Parti ile liderini yani Erdoğan'ı ayrıştırarak yapmaya çalıştığını gördük. Süreç içinde Erdoğan isminin negatif yüklemelerle pekiştirildiğini ve nihai olarak parti içinde Erdoğan'ı ikincilleştiren bir yaklaşımın gelişme tehlikesinin söz konusu olduğunu gözlemledik.
Son üç-dört yılın meydan okumalarına Türkiye, Erdoğan liderliğinde göğüs gerdi. Uluslararası bir diz çöktürme operasyonun tüm araçları devreye sokuldu. 7 Şubat MİT TIR'ları ile başlayan ve 15 Temmuz'da darbe girişimiyle en şedit halinialan olaylar dizisine Türkiye, Erdoğan'ın 15 Temmuz akşamı halka hitabında sergilediği "Siz yeter ki dik durun, biz ölümüne ölümüne..." tavrı sayesinde karşı koyabildi.
Bu mücadelenin sonunda gerçekleştirilen 14 Nisan referandumuyla da FETÖ ve PKK saldırılarıyla hırpalanan devlet kurumlarını onarma ve siyasetin asker ve sivil bürokrasi karşısında daha güçlü olduğu, milletin iradesinin yönetime dolaysız şekilde yansıdığı bir yeni düzen kurma imkanı doğdu.
Ak Parti'nin bunu başarabilmesi 2019 seçimlerini Meclis çoğunluğuyla birlikte almasını gerekli kılıyor. Erdoğan bu yüzden daha şimdiden seçim startı vermiş durumda. Teşkilatı ve tüm ekibini 2019 şartlarına uyumlu bir disiplin ve iştiyakla çalışma düzenine sokma çabası içinde.