Geçtiğimiz Pazartesi (25 Ağustos) ve Salı (26 Ağustos) günleri Cumhurbaşkanlığı’nın hazırladığı/hazırlattığı Savunma Reformu Raporu üzerine fikirlerimi, eleştirilerimi sunmaya gayret ettim ve bugün için de (Cuma, 29 Ağustos) bu konuya devam edeceğimi ve yorumlarımı sonlandıracağımı belirttim.
Ancak, burası Türkiye, gündem çok yoğun, dün (27 Ağustos) AK Parti kongresi yapıldı ve Kongrede Prof. Dr. Sayın Ahmet Davutoğlu AK Parti genel başkanı seçildi, muhtemelen de bugün hükümeti kurmakla görevlendirilecek.
Cumhurbaşkanlığı’nın yayınladığı Savunma Reformu Raporu’na ilişkin son değerlendirmelerime umarım başka bir yazıda dönme olanağım olur.
Bugün aynı zamanda Türkiye’nin vatandaşın oylarıyla seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan yemin ederek göreve başlıyor.
Tüm bu gelişmelerin ülkemiz ve dünya için hayırlı olmasını diliyorum.
Bizlere, hem üniversitede öğretim üyesi olarak çalışan hem de gazetelerde köşe yazıları yazanlara düşen görev de bu dönemeçte geçmiş on iki seneyi objektif olarak değerlendirmeye ve geleceğe yönelik olarak da sübjektif önerilerimizi sunmaya gayret etmek.
Geçmiş on iki seneye yönelik kısa değerlendirmem şöyle olacak:
2002 sonrası AK Parti’nin, Sayın Erdoğan’ın icraatı içinde, çok beğendiğim, beğendiğim, daha az beğendiğim ve hiç tasvip edemeyeceğim konular oldu.
Ama, şu gerçeği de görmemiz gerekiyor, bu konular içinde çok beğendiklerim, beğendiklerim, tasvip edemediğim konulara oranla çok daha ağırlıklı oldular.
Azımsanmayacak kadar da “keşke bunlar hiç olmasa idi” dediklerim var ama unutmayalım AK Parti bir siyasi parti, ben de bu partinin üyesi değilim.
AK Parti’nin kaldırdığı, kaldırmaya çalıştığı her yasak konusunda bu siyasi hareketin arkasında durmaya büyük özen gösterdim, eleştirilerim hep yaptıkları için değil, yapmadıklarına yönelik oldu.
Ben bir iktisatçıyım, mesleki şartlanmalarımız var, bu şartlanmaların başında da konulara potansiyelleri, başka bir ifade ile de, yakalanabilecek tavan üzerinden yaklaşmamız.
AK Parti’ye, Sayın Erdoğan ve ekibine temel eleştirim, mevcut büyük siyasi desteğe, küresel uygun şartlara rağmen potansiyele yani yakalanabilecek tavana ulaşılamadığı noktasında.
Ancak, tüm bu eleştirilerime rağmen, teslim edilmesi zorunlu, gerekli gerçek on iki yıllık AK Parti iktidarının Cumhuriyet döneminin açık ara en başarılı iktidarı olduğudur.
On iki sene içinde sivil-asker ilişkilerinin hukuki olamasa da fiili yapısı normalleşmeye başladı, AB ile müzakerelere başladık, hukuk devletinin değil ama demokrasinin sandık olduğunu herkes anlamaya başladı, kişi başına gelir on bin dolar barajını aştı, vs.
Keşke, siyasi partiler kanunu da değişse idi, keşke uluslararası değil bir Türkiye kurumu olan Heybeliada ortodoks semineri açılabilse idi, keşke seçim barajı inse idi, vs.
Önümüzdeki dönem çok önemli, umarım bu süreçte AK Parti ya tek başına, ya da HDP ile anlaşarak mutlaka yeni bir Anayasa yapılmalı; aksi takdirde Türkiye’nin 2023 hedeflerini gerçekleştirmesi çok zor.
Hukukun ama evrensel hukukun hem devletin etkin işlemesi, hem vatandaş-devlet ilişkilerinin iyileşmesi ve hem de sürdürülebilir yüksek büyüme oranlarının yakalanması için bir ön koşul olduğu umarım herkes tarafından çok net anlaşılmıştır.
Önümüzdeki dönemde, günlük siyasi tartışmalardan ziyade ben siyasal iktidarın AB konusunda atacağı adımlara, yeni bir Anayasa konusunda koyacağı iradeye, çözüm sürecinde yapılacak hukuk reformlarına dikkatimi teksif edeceğim.
Tüm bu gelişmelerin Türkiye’ye, 2023 hedeflerine hayırlı olmasını bir kez daha temenni ediyorum.