AK Parti’ye son dönemlerde, benim de bir bölümüne katıldığım, çok sayıda eleştiri yöneltiliyor.
Ancak, önemli bir bölümü haklı bir temele de dayandırılabilecek bu eleştiriler, AK Parti’nin son on senede Türkiye’yi bambaşka bir düzeye taşıdığını da unutturmamalı.
Haftasonu, çoğu vatandaşımız gibi ben de Diyarbakır’ı izledim.
Barzani buluşması, DTP’nin son anda bir yanlıştan dönüp bu çok olumlu sürece katılması, Sayın Başbakan’ın Diyarbakır Belediyesi’ni ziyareti, konuşmasında kullandığı ifadeler, Tatlıses-Perwer düeti, hepsinden de önemli olmak üzere son on iki aydır güvenlik güçlerinin şehit olmaması, kürt gençlerinin ölmemesi kürt ya da benim zannımca daha doğru ifadesiyle türk meselesinde Türkiye’nin son on senede aldığı büyük mesafeyi gösteriyor ve bu süreçte başarının en büyük paydaşı AK Parti.
Dağdakiler hakikaten iner, cezaevleri boşalır mı bilemem ama bir Başbakan’ın bunları ifade etmesi bile çok önemli idi.
2003 ve sonrasının darbe heveslisi zavallılarının adalete teslim edilmiş olması da çok büyük bir başarı.
Sivil-asker ilişkilerinde anayasal düzeyde sorunlar aynı duruyor ama fiiliyatta on sene önce hayal bile edemeyeceğimiz bir noktaya gelindiği de aşikar.
Bu çok önemli başarının da hiç kuşkusuz en büyük paydaşı AK Parti’nin koyduğu siyasi irade.
1959’dan beri süren Türkiye-AB ilişkilerinde de 2004 senesinde müzakerelerin açılmasında, daha sonra yaşanan tüm sorunlara rağmen, AK Parti’nin siyasi iradesinin çok büyük payı var.
Hiç düşmez denen enflasyonun, bence hala çok yüksek düzeyde seyrediyor ama tek haneye inmiş olmasında, bütçe açıklarının, kamu borç stoğunun Maastricht standartlarının altında olmasında Derviş reformları sonrası AK Parti’nin uyguladığı doğru iktisat politikalarının çok ama çok büyük payı var.
Bu doğru politikaların sonucunda da Türkiye artık kişi başına geliri satın alma gücü paritesine göre on beş bin dolara ulaşmış bir ülke.
Kürt meselesinde alınan mesafe, sivil-asker ilişkilerinin en azından fiiliyatta normalleşmiş olması, AB müzakere süreci, bütçe disiplini ve büyüme Türkiye için geçilen, aşılan denizler değil okyanuslar.
Ve bu denizlerin, okyanusların aşılmış, geçilmiş olmasında siyasi iktidar hep birinci planda.
Peki, ne oluyor da denizleri geçen bu kadro bazen derelerde zorlanabiliyor?
Bu büyük başarıların altına imza atan bir kadro, bir lider için toplumda dönem dönem büyük tartışmalara neden olan, anlamını çözemediğim konuları gündeme getirmenin, somut bir yere evrilmesi hem hukuken hem de siyaseten olanaksız konuları açmanın politik, felsefi yararını anlamakta gerçekten aciz kalıyorum.
Toplumsal gerginlikler, zıtlaşmalar, kutuplaşmalar siyasi iktidara ancak çok kısa vadede fayda sağlayabilir ya da sağlar gibi gözükür ama her gerginlik nihai olarak ortamın sorumlusuna zarar üretir.
Ve bu gerginlik üreten konular, aşılan, geçilen denizler yani, kürt meselesinde barış süreci, ölümlerin durması, sivil-asker ilişkilerinde normalleşme trendi, AB adımları, ekonomide gelinen nokta düşünüldüğünde, gerçekten dere bile değillerdir.
Bütçe disiplininde, ekonomide bu başarıları yakalayan bir iktidar neden ve nasıl toplumun gündemine bu tartışmaları taşımakta ve okyanuslar sonrası derelerde zorlanmaktadır, ben de bunu anlamakta zorlanıyorum.