AK Parti'nin 7 Ekim'de gerçekleştirilen 4. Olağanüstü Kongresi'ndeki kalabalığı ve coşkuyu görünce doğrusu biraz da hayretle "Her seferinde bunu nasıl başarıyor?" diye düşündüm.
Bunca insan, hiçbir maddi karşılığı olmaksızın 23 yıldır erinmeden, yüksünmeden partisine, liderine destek için yol katediyor. Bazen sıcakta bazen soğukta perişanlık çekiyor, yine de şikayet etmeden desteğini esirgemiyor.
Bu dışarıdan bir etkiyle alınabilecek sonuç değil.
"İnsanlar makarna, kömürle kandırılıyor", "kırsaldaki insan 500 liraya kanıyor ve oyunu Erdoğan'a veriyor" şeklindeki malihüllelere inananların kavrayış düzeyinin epey üzerinde bir gerçeklik var ortada.
"Erdoğan öyle bir rejim kurdu ki her halükarda kendi kazanıyor" kolaycılığıyla açıklayanlara ise şu kadarını söyleyelim; değişmesini istemediğiniz vesayetçi parlamenter sistemle yönetilmeye devam etseydik AK Parti ve Erdoğan dışında herhangi bir partinin iktidarda olduğu bir denklem zaten söz konusu olmuyordu.
Hiçbir maddi karşılık almaksızın gösterilen bu teveccüh, katlanılan bu zahmet, verilen bu destek Türkiye'nin siyasi tarihinin derinlikli analiziyle ancak kavranabilir.
AK Parti 2001'de kuruldu. 15 aylıkken girdiği ilk seçimde 3 Kasım 2002'de iktidara geldi. O günden bugüne hiç seçim kaybetmedi. Biraz daha tafsilat verelim; 7 genel seçim, 4 yerel seçim (İl genel meclisi ve belediye başkanlık sayısında her zaman açık ara önde oldu) biri Meclis'te olmak üzere 4 cumhurbaşkanlığı seçimi ve 3 referandum zaferi aldı. 18 seçim ediyor. Bu ne demek; muhalefet cenahı, her yöntemi denediği, kurabileceği tüm ittifakları kurduğu, küresel aktörlerin desteğini aldığı, terör örgütlerinin dahi takdirini kazanacak kadar işi ileri götürdüğü halde AK Parti, Erdoğan ve Cumhur İttifakı karşısında 18 seçim kaybetti. İstanbul ve Ankara belediye başkanlıklarını almak dışında hiçbir zafere imza atamadı. CHP oylarını neredeyse hiçbir seçimde artıramadı.
7 Ekim'deki 4. Olağanüstü Kongrede AK Parti MKYK'sını yeniledi. Elbette listeye giren yeni isimler üzerinden söylenecek şeyler de var. Ancak benim için konuşulmaya asıl değer kısmı bu bitmeyen siyasi enerji ve coşku.
AK Parti ve Erdoğan; artık yoruldu, yıprandı denildiği anda bile kendini yenileyebilen, bunca badire ve senenin ardından hala değişimin adresi olabilen bir parti ve lider.
Artık yeni bir hikaye yazamıyor, ümit veremiyor denildiği anda en güçlü hikayenin adresi olabiliyor.
Bunun hikmeti ne dersiniz?
Cevabı hiç kolay değil, tek cümlelik kaba açıklamalara kurban edilecek kadar değersiz de değil. Ancak şunu söyleyebilirim.
Türkiye'de değişimin mümessilleri Cumhuriyet'in ilanından itibaren bu ülkenin vesayetçi elitleri değil bilakis Anadolu'nun muhafazakar halkı oldu. Ve o halk sayısal olarak az olduğunda bile çok derin bir tarihsel misyonu tarihsel hafızasında taşıdı, büyüttü.
Dolayısıyla Türkiye'nin değişim isteyen, değişimi destekleyen toplumsal kesimi hiçbir zaman ülkenin ayrıcalıklandırılmış bürokratik elitleri olmadı.
AK Parti birilerini zenginleştirmedi, birileri AK Parti sayesinde ayrıcalıklı hale gelmedi. Bir zenginleşme söz konusuysa bu tüm toplum için hatta bir zamanlar AK Parti'yi düşman belleyen TÜSİAD çevreleri için daha çok oldu. 28 Şubat döneminde olduğu gibi AK Parti sermayeyi yeşil kırmızı diye ayırıp bir kesimi yok etmeye çalışmadı. KOÇ'un sermayesine de Türkiye'nin sermayesi olarak baktı.
Ve ilk kez bu değişim talebini rasyonel bir zeminde taşıyan politikaya dönüştüren güçlü bir lider ve kadro çıktı oldu. Ve bu lider ve kadro sadece içeride değil dışarıda da bir hikaye yazdı. O hikaye senin benim değil hepimizin, tüm Türkiye'nin hikayesi oldu. Zaman zaman AK Parti'ye kızan, bizi unuttu diyen, bu sefer oy vermeyeceğim galiba diyerek serzenişte bulunan da o büyük hikayeyi sahiplendi.
Kesintisizi iktidarla geçen 22 yıla ve bu süre zarfında yaşanan onca badireye rağmen bu desteğin devam etmesinde bana kalırsa bu Türkiye'nin "büyük hikayesi"ne inanç var.
"Türkiye Yüzyılı" boşuna değil yani!