Seçimi yaptık, bakıyorum ekranlar ve gazete köşeleri, “seçmenin mesajı” yorumlarıyla yüklü... Oysa, seçimler mesaj değil, sonuç verirler...Siyasetin işi, ortaya çıkan sonuç çerçevesinde rotayı çizmek, öncelikle o sonuç çerçevesinde siyasal ve ekonomik istikrarı sarsmadan “demokratik yönetimi” tesis etmektir.
Sonuç; Türkiye’nin en azından yeni seçime kadar bir koalisyon hükümeti ile yönetilecek olmasıdır. O zaman, önce bunu konuşacağız.
Yapılan açıklamalar, biraz zor da olsa, Türkiye’nin AK Parti-MHP koalisyonu ile buluşacağını gösteriyor. İki parti tabanının ortak hassasiyetleri, bu tür bir koalisyonu kurmanın yolunu açan ana unsur.
Fakat, aynı zamanda, iki parti tabanı arasında yaşanabilen yüksek kaymalar nedeniyle parti kurmaylarının uzun süreli bir koalisyonu benimsemeleri de zor. İki taraf da, bir koalisyon hükümetinde doğabilecek “yıpranma” riskine karşı tedbirli.
Bu nedenle, kurulacak AK Parti-MHP koalisyonunun ülkeyi bir yıl ile 18 ay içinde yeni bir seçime taşımasında yarar var. Bu süre içinde seçmen de kafaların hayli karıştırıldığı bu seçimin ortaya koyduğu sonucu tartma ve “esas olarak nasıl bir Türkiye istediğine” karar verme şansını elde edecektir.
Davutoğlu’nun siyaseti “kurumsal zeminde” yürütme kararlılığıyla, Bahçeli’nin siyasi birikimi ve güçlü koalisyon kültürünün yan yana iyi işleyeceğine, memleketi yeni bir seçimin sakin sularına birlikte taşıyabileceklerine inanıyorum.
Bu tür bir koalisyon özellikle iki noktada önemli sonuç verecektir: 1- MHP, devlet politikalarını önemseyen bir parti olarak sistem içindeki paralel yapılanma ve 12 Eylül darbesi sonrasında yaşadıkları nedeniyle geleneksel olarak uzak durduğu vesayet güçleriyle mücadelede kendi alanını yaratabilecektir, 2- AK Parti, “çözüm süreci” adı verilen, aslında, ülke bütünlüğüne demokratik harç olması hedeflenen demokratik reform programını bu konuda en hassas partiye rahat anlatma olanağı bulacaktır.
Yabancı başkentlerdeki düş kırıklığı
Seçimin diğer önemli sonucu, AK Parti’nin, 13 yıllık iktidarın yıpranma payına karşın, Türkiye siyasetinin ana aktörü konumunu korumasıdır. Yürütülen bu kadar büyük bir iç-dış kampanyaya karşın aldığı yüzde 41’lik oy bunu gösteriyor. Sonucu, anti-Erdoğan cephenin sevinç çığlıklarıyla karşılaması,“bu yaz iyi geçecek” veya “Türkiye’nin üzerinde Gezi Ruhu dolaşıyor” yorumları, ancak, Akdenizli kimliğimizin duygusal patlamaları olarak değerlendirilebilir. Batılı başkentler ve İsrail’den gelen “sarstık ama yıkamadık” yorumları ise dünyada ayakların suya erdiğini gösteriyor. Yüzde 41, yedi düvelin ortak cephe oluşturduğu bir seçimde, AK Parti’nin Türkiye’nin yalnız bugününde değil, yarınında da ana siyasi omurga olacağını göstermiştir. Yeni bir seçimde, ülkeyi yine tek başına yönetebilecek tek partinin de AK Parti olduğu ortaya çıkmıştır.
2002-2007 zeminine geri dönmek
AK Parti, genç bir parti olmasına karşın, çok deneyimli kadrolara sahip olduğu için kurumsal kimliği güçlü bir partidir, mutlaka, bu seçimin analizini en küçük ilçelere kadar yapacak, seçim sonucunu geleceğe dönük bir avantaja dönüştürecektir. Sonucun verdiği ana mesaj, partinin 2002-2007 arasındaki ana siyaset ayarlarına geri dönmesidir. Bu parti, siyasetteki “sert iklimi” bilerek, belirli bir amaç doğrultusunda kendi yaratmadı: 1- İktidardayken kapatma davasıyla karşılaştı, 2- Cumhurbaşkanı’nı seçmeye çalışırken e-muhtıra ile buluştu, 3- Mısır’daki darbeyi gerçekleştirmeye çalışan güçlerin kendisini hareketsiz bırakma stratejisi çerçevesinde Gezi Parkı ayaklanmasını yaşadı, 4- 17-25 Şubat darbe girişimini atlattı.
Bu kadar badirenin, partinin “toplumun tüm kesimlerini kucaklamayı hedefleyen” ana çıkış noktasında sarsıntı yaratması normaldir.
Ama bunlar artık geride kaldı, siyaset, geçmişi konuşma değil, geleceği kurma sanatıdır. AK Parti, çıkış noktasındaki fabrika ayarlarına dönme ve“ötekileştirici söylemlerden” uzak durma kabiliyetine sahip bir partidir.
Barutunuz bitti, şimdi ne olacak?
Seçim sonrası AK Parti kanadında yaşanılan demokratik olgunluk ve milli iradeye saygı yaklaşımı, bu seçimin, iktidar partisi açısından en önemli kazancıdır. 2013’ten bu yana kampanyalarını “diktatör” söylemine, “otokrasi arayışına” oturtmuş bir cephe, ilk üç gün içinde ilk yenilgisini yaşadı. (Şaibeli seçim olacak senaryoları ise birden rafa kalktı.) Bırakın dünya başkentlerini, bu kampanyaya inanmış seçmen bile durumun böyle olmadığını gördü.
NOT: Seçimin, cumhurbaşkanlığı makamının koalisyonlu dönemdeki yeri, güneydoğuda yükselen risk gibi önemli sonuçları var, onlar da gelecek yazıya.