Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) 14 Ağustos 2001’de kuruldu. Bir ay sonra 15 yıl geride kalmış olacak. Birkaç yönü ile AK Parti gerçeğini ele almak istiyorum. Hemen belirteyim ki, 2001’deki Abant Toplantısı sırasında üç kurucunun (sonradan üçü de bakan oldu) tekliflerini kabul etmiş olsaydım o mecrada ben de bulunacaktım.
Bunu şunun için hatırlatıyorum. Şahsım için, “AK Parti-cemaat meselesi çıkınca, tercihini AK Parti’den yana yaptı” diyen fitnecilere itibar edilmesin. Kurulduğu günden beri AK Parti’yi desteklemiş, her seçimde oyunu bu partiye vermiş ve bunu Zaman’daki köşemde açıkça yazmış biriyim. Çünkü ben AK Parti’yi, Menderes-Özal çizgisinin beklenen partisi olarak selamladım.
AK Parti, kurulduğu günden itibaren katıldığı genel/yerel seçimlerin hepsinde birinci parti oldu. 7 Haziran hariç (o da zaten 1 Kasım’da yenilendi) her seçimden tek başına iktidar olarak çıktı. 10 Ağustos 2014’te yapılan seçimde Sayın Recep Tayyip Erdoğan, 21 milyon oyla, geçerli oyların % 52’sini alarak halkın seçtiği ilk Cumhurbaşkanı oldu.
AK Parti, kuruluşundan itibaren bin bir güçlükle karşılaştı. Çünkü kendisini ülkenin gerçek sahibi gibi gören vesayet ağaları tarafından Erdoğan ve AK Parti hiç hazmedilemedi. Asker-yargı bürokrasisi, en etkili silahları medyayı devreye sokarak düğmeye bastılar. AK Parti iktidarı ile Türkiye’nin ellerinden kaydığını düşünüyorlardı. Darbe hazırlıklarına iktidarın ikinci günü 4 Kasım 2012’de başladılar.
28 Şubat (1997) zihniyeti 27 Nisan 2007 e-muhtırasında hortladı. Genelkurmay devreye girdi, eşinin başı kapalı olduğu bahanesiyle Sayın Abdullah Gül’ü Cumhurbaşkanı seçtirmek istemediler. Akıl daneleri yüksek yargı mensupları devreye girdi. 367 garabeti ile Meclis’i çalıştırmadılar.
Ancak iki büyük hayra sebep oldular. Birincisi, daha sonra yapılan anayasa referandumu ile Cumhurbaşkanını halkın seçmesinin yolu açıldı. İkincisi, Muhtıra’ya Türkiye demokrasi tarihinde ilk defa sivil kanattan cevap geldi. Hükümet sözcüsü Cemil Çiçek, “Başbakan’a bağlı bir kurum olan Genelkurmay Başkanlığı’nın herhangi bir konuda hükümete karşı bir ifade kullanması demokratik hukuk devletinde düşünülemez” dedi ve muhtıra çöpe gitti.
Seçmen ise askerin muhtırasına ve Doğan medyasına cevabı, 22 Temmuz’daki seçimde AK Parti’yi yüzde 47 oyla iktidara getirerek verdi. Abdullah Gül de 28 Ağustos 2007 tarihinde yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminin üçüncü turunda 339 oy alarak Türkiye Cumhuriyeti’nin 11. cumhurbaşkanı seçildi.
Yıllardan beri iktidarların gizli ortağı olan vesayet ağaları (asker-yargı bürokrasisi, küresel sermayenin yerli temsilcileri ve onların medyası) bu defa AK Parti’yi kapatmak için düğmeye bastılar.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın, AK Parti’nin kapatılması ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül dâhil 71 kişinin 5 yıl süre ile siyasetten uzaklaştırılması istemiyle hazırladığı iddianameyi Anayasa Mahkemesi (AYM) 31 Mart 2008 günü kabul etti. (Tarihe dikkat; 31 Mart...) AYM, 30 Temmuz 2008 tarihinde, AK Parti’nin “laiklik karşıtı eylemlerin odağı” olduğuna hükmetti, fakat partinin temelli kapatılmaması, hazine yardımının belirli bir oranda kesilmesi kararına varıldı.
İktidarın gizli ortaklarını tasfiye halen tamamlanmamıştır. Vesayetçiler zayıflamış olsalar da gücünü korurken, 7 Şubat 2012 MİT krizi, Gezi olayları, 17/25 Aralık darbe teşebbüsü, 7 Haziran 2015 operasyonu ile yeni bir vesayet aktörü devreye sokulmuştur: Paralel Devlet Yapılanması... Devam edeceğim.