Erkekler Ağlamaz ve Milyon Dolarlık Bebek filmleriyle En İyi Kadın Oyuncu dalında iki kez Oscar’ı kucaklayan Hilary Swank ile bir başka Oscarlı oyuncu ve yönetmen Tommy Lee Jones, Cannes’da STAR Pazar’ın sorularını yanıtladı. The Homesman adlı çağdaş western filmiyle 67. Cannes Film Festivali’ne katılan Swank konuşkan, yönetmen Jones ise ketumdu!
-The Homesman’in yönetmeni Tommy Lee Jones’a kolay ısınabildiniz mi?
Clint Eastwood ile tanıştığım günü hatırlıyorum da bu ikonlarla çalışmak heyecan verici. Ama beni çok rahatlattı. Onlarca yıldır filmlerini izlerim. Müthiş bir vizyonu var!
-Güçlü karakterleri canlandırdığınız için kendinizi başarılı ya da şanslı hissediyor musunuz? Zor durumdaki bir kadını canlandırmadınız hiç...
Kendimi kutsanmış ve minnettar hissediyorum. Rollerimde hep beni korkutan bir zorluk vardır. Sabah sete giderken ‘Allahım bana yardım et, bugün o sahnenin üstesinden gelebileyim’ derim. Bu mücadeleye bayılıyorum! Şans diyemem buna çünkü özellikle müthiş kadın rolleri arıyorum!
-The Homesman’deki karakterinizden söz etsek...
Mary Bee Cuddy insanları yargılamamak gerektiğini hatırlatan bir karakter. İnsanları yargılamak ve etiketlemek o kadar kolay ki! Oysa her insan bir kavga veriyor, gündelik hayatında nelerle uğraştığını bilemeyiz... Güçlü değerleri var Mary Bee’nin. Geleceği için mücadele ediyor. Bu çağda değerlerimizi kaybettik, çok üzücü.
MARY BEE’DEN ETKİLENDİM
-Rolünüz için ABD’nin o göçmen kuşağıyla ilgili araştırma yaptınız mı?
Ben Nebraskalıyım! (film Nebraska’da geçiyor). Ailem hala Iowa’da yaşıyor. Büyükannelerimden biri yüzde yüz İngiliz, diğeri yüzde yüz İspanyol’du. Büyükbabalarım Galli, Alman, Hintli karışımı... Benim kanımda bu tarih! Sık sık Iowa’ya ailemi ziyarete giderim. Kuşaklardır çiftçilik yapıyorlar. Büyükbabalarım traktör kullanıyordu ama benim filmde yaptığım gibi karasabanla tarla sürmediler! Karasabanı toprağa saplıyorsunuz ama sürebilmek için bütün ağırlığımı üstüne koysam da katırlar çekse de neredeyse imkansızdı! Meğer tam da o dönemlerde karasabanlara tekerlek takılırmış! Onu fark ettiler de tarlayı sürebildim. Bir yandan da katırları idare ettim. At binmeyi de öğrendim ama asıl dert elbise giyerek ata tırmanmaktı. Elbisem dört buçuk kiloydu! Çiftçiler spor salonuna gidenlerden daha iyi vücut yapıyormuş!
-Tommy Lee Jones’un bu döneme ve hayat tarzına dair deneyimi işinize yaradı mı?
Elbette. Bana en doğru eğitmenleri de buldu. Kendisinin böyle bir vagonu var! Kocaman katırlar çekiyor, Teksaslı oldukları belli! Bizimkilerin yarı aç yarı tok yaşadıkları için sıska hayvanlar olması lazımdı...
-Jones, Mary Bee Cuddy’yi nasıl tarif etti?
Etmedi! “İşte senaryo, her şey sayfalarında yazılı” dedi! Doğu’dan gelmiş, annesiyle kızkardeşine yakın, müzik seviyor... Kitapta biraz daha fazla bilgi vardı tabii. (Film, Glendon Swarthout’un romanından uyarlama). Okudukça da Mary Bee’nin azminden etkilendim. Bencil değil, ahlaklı. Keşke tanısam, yanımda olsa dediğim insanlardan. “ Temizlik imandan gelir” diyor. İman onun için çok önemli.
-Genç yaşınıza rağmen en ünlü oyunculardan birisiniz...
Evet, üstelik daha otuzlu yaşlarımdayım. Birçok farklı hayatı yaşamışım gibi hissediyorum. Seyahat edebildiğim yerler, canlandırabildiğim karakterler, işbirliği yapabildiğim kişiler muhteşem! Sizi beklerken bir kahve içiyordum, bir de baktım duvarda resmim var! Hala çok şaşırtıcı! Şu ünlülerden biriyim! Oysa ben hala küçük bir kız gibiyim, rüyamın içinde yaşıyorum. İlk kez Cannes’da bir filmimin prömiyeri yapılıyor. Galamız için dört biletim vardı, altı yaşımdan beri tanıdığım, çocukluk arkadaşımı getirdim. Sonunda on arkadaş toplandık. Çok şükür bize bilet buldular. Dün otomobilden inerken kamerayı çevirdiler üzerime ama heyecandan konuşamadım! Oysa milyon kere çekim yapmışımdır.
-Örnek aldığınız biri var mı?
Anneannem ve annem. Anneannem güçlü, kanaatini açıklamaktan çekinmeyen, sevecen bir kadındı. Kadınlar hem güçlü hem kırılgandır! Ne yazık ki erkekler zayıf taraflarını göstermekten korkuyor.
-Güzel şarkı söylüyorsunuz, filmde dinledik...
Teşekkürler ama şarkıcı değilim. Tommy Lee, “Söyle gitsin” dedi, ben de söyledim.
-Üst üste üç filmden sonra ara verdiniz, şimdi ne yapıyorsunuz?
İyi bir senaryo var mı diye bakıyorum. Ben boş durmayı bilmem. Dil öğreniyorum, yemek yapıyorum, atletik bir insanım, deli gibi tenis oynuyorum. Öğrenmeyiseven bir insanım. Şimdi Fransızca öğreniyorum.
TOMMY LEE JONES: HERKESİN PATRONU OLMAK HOŞUMA GİDİYOR
-Projeye nasıl başladınız?
Birlikte çalıştığım Michael Fitzgerald bana kitabı verdi ve içinden bir film çıkıp çıkmayacağını sordu. Hemen film haklarını satın aldık ve senaryo yazmaya koyulduk. Çünkü çekip anlatmak istedim. Daha önce kimsenin görmediği özgünlükte bir film yapabileceğimizi düşündüm.
-Bu yerleşimlerdeki öncü kadınların trajedisi hiç anlatılmaz. Westernlerde kahramanlar hep erkektir. Atipik bir western yapmak için uygun mu geldi size?
Evet, aradığım özgünlük karakteristiklerinden biri de buydu.
FİLM KADINLAR HAKKINDA
-Filmdeki kadınların yakınlarının, özellikle de çocuklarının ölümünden dolayı akli dengelerini kaybetmiş olmaları mıydı mesele?
Film kadınlar hakkında, mesele buydu. Victoria dönemiydi, bir kadının trivilized ya da marjinalize edilmesi olağandışı bir şey değildi... Feminist diye etiketlemek istemem, hümanist diyelim; büyükannem, annem, karım ve kızım kadın, onları seviyorum! Sinema tarihinde kadınların karşılaştığı ve karşılaşmakta olduğu sorunlar yeterince gösterilmiyorsa bunun için geçmişte yapılan hatalara bakmamız lazım. Filmde de Cuddy çok iyi bir yurttaş, çalışkan, çok zorluk çekiyor. Rahiple yemek yedikten sonra bulaşıkları yıkarken pencereden dışarı bakarken ‘Daha fazla müziksiz yaşayabileceğimi sanmıyorum’ diyor.
-Çekim yaptığınız mekanı nasıl seçtiniz?
19. yüzyılın alışıldık bir üçkağıdıdır: Bir otel yapmışlar, etrafındaki arsaları satmaya çalışıyorlar ki bir şehir inşa edilsin. Huston, Teksas hakikaten böyle yapılmıştır. Kağıttan! Meksika’daki devrimin gazilerinden yararlanmak için yapıldı. Bu adamlara arazi ve para verilmişti. Çoğu sakin bir hayat sürmek istiyordu. Huston, Buffalo Vadisi’nde kuruldu. Bir salon açtılar, ilanlar koydular, bu gaziler ve başkaları oraya gelmeye başladı. Önce paralarıyla kumar oynamaya başladılar. Sonra içip sarhoş oldular, kavga edip birbirlerini vurmaya, bıçaklamaya başladılar. Paraları bitince yasal sahibi oldukları arsaları sattılar. Finans spekülatörleri Meksika ile savaşarak kazandıkları toprağı satın almaya başladı. Fairfield da benzer bir yerdir. Biz de en Viktoryen tarzı bulduk tasarım için. Meredith Boslow ile birlikte mekan da bakınıyorduk, hangi rengi seçeceğimizi bulmak için...Güzelim New Mexico gökyüzüne baktık, parlak inci beyazı bulutlar, koyu mavi gökyüzü... Mavi beyaza boyayalım dedik! Yokuşun tepesine koyduk ki aşağıdan çekelim, o sokak tabelalarıyla ıssızlığın ortasında görünsün. Setin inşaatı üç ay sürdü, hava çok kötüydü. Ama yakması otuz dakikamızı aldı!
-Sizin kökeniniz nereye dayanıyor?
Ailem Batı Teksaslı... Mississippi ve Alabama’dan gelmişler 19’uncu yüzyılda. Dedem Cherokee bir yerli kızıyla evlenmiş. Soyadımız Jones olduğuna göre Kelt kökenli, herhalde Galler’den falan geldik.
-The Homesman, çağdaş bir western...
Bence artık western sözcüğünün anlamı kalmadı. Janr edebi bir terim, sinemaya uymuyor. Janr türünde film desek uyar bana! İçinde atlar olan her şey western. Biz de kocaman şapkalar takıp at biniyoruz.
-Hilary Swank ile çalışmak nasıldı?
Hevesliydi, işi almaya hazırdı. Her gün sabahtan akşama kadar çalıştı. Bir aktrisin karavanına çekilip dinlenmesini beklersin, atına atlayıp gidiyordu! Arkasından telsizli bir wrangler gönderiyordum, sağ salim dönsün diye! Çok yetenekli bir oyuncu.
-Yönetmenlik mi oyunculuk mu?
Hayatım boyunca yazdım ben. Yirmi yıl önce yönetmenliğe (The Good Old Boys, 1995) başladım ki görsel yanımın geliştiğini göreyim. Sinema ilginç bir sanat dalı. Yaratıcı tarafımı geliştirmek istedim. Herkesin patronu olmak gerçekten hoşuma gidiyor! İşin üzerinde tam bir kontrolün oluyor! Altmışın üzerinde film çevirdim. Film yapmayı çalışırken öğrendim. Yönetmen olarak karar alırken tanık olduğum hatalara düşmemeye gayret ederim.