Dün sabah, -aralarında İdlib’li eczacı bir kardeşimizin de bulunduğu- değişik meslek gruplarından bir grup arkadaşın, ‘Süleymaniye’de birlikte bir kahvaltı yapalım’ davetlerine evet deyip, bir arkadaşla birlikte gittik. Saat 10.00’da başlayan kahvaltıdan sonra, müslüman dünyasının çeşitli meseleleri üzerine 2,5 saati bulan bir sohbet oldu.. Halbuki, BaşakşehirBelediyesi Kongre Merkezi’nde, yazar- akademisyenMehmed Emin Yıldırım hocanın başkanlığını uhdesinde bulundurduğu Siyer Vakfı’nın tertiblediği ‘Aile Konuşuluyor..’ konulu ve saat 11.00’de başlayıp, saat 17.00’ye kadar devam edeceği açıklanan ve Prof, Sefa Saygılı, Prof. Nevzad Tarhan, Prof. Yûsuf Ziya Kavakçıgibi, kendi sahalarının ‘hoca’sı olan isimler seçkin akademisyenler, ayrıca ünlü şair ve yazar Bülend Yavuz Bakiler ağabey, TRT’deki Ramazan proğramlarının sevilen bir sunucusu olan yazar- öğretmen Bekir Dereli ve eğitimci-yazar İbrahim Ünal ve kızı aile terapisti Saide Nur Yıldız ve hukukçu İhsan Deniz gibi seçkin konuşmacıların bulunduğu bir programa da yetişecektim.
Ama, Süleymaniye’deki sohbet uzun sürünce, Başakşehir’etabiatiyle ancak saat 13.00’de varabildik.Ve başta Sefa Saygılıhoca olmak üzere bazı konuşmacıların sunumlarını dinleyemedim ve bir ara verilmişti. Kongre Merkezi’nin büyük salonu ise, o Pazar sabahı hayret edilecek derecede tıklım-tıklım doluydu, sanırım 2000’den daha fazlaydı dinleyiciler ve bu dinleyicilerin yaklaşık dörtte üçü hanım ve bu hanımların yaklaşık dörtte üçü de herhalde 30-35 yaşın altındaki genç nesildendi.
***
Bu ilgi, memnuniyet verici sayılabilir elbette.. Ancak, bir sosyal mes’elenin derinliğinden de haber veriyordu. MehmedEmin Yıldırım hocanın, kapanış konuşmasında belirttiği ve‘Ailede Yangın Var..’ dedirtecek bir durumun varlığından da haber veriyordu bu ilgi.. Nitekim, Yıldırım hoca o konuşmasında, ‘İnanılmaz derecede bir kuşatma altında olduğumuzdan, yaşanan tuğyan durumundan dolayı kendi zamanımızda bir ‘Nuh Tufanı’ yaşadığımızdan’ söz ediyordu.
2012 yılında Avrupa Birliği üyelik çalışmaları için imzalanan ve 6284 sayuıılı kanunlada nasıl uygulanacğı müeyyidelere bağlanan ve âdetâ yeni farkedilmiş gibi son iki yıldır -ve bazılarının iddia ettiği üzere, AK Parti’yi vurmak için seçim öncesi gündeme getirildiğinden- söz edilen ‘İstanbul Sözleşmesi’ üzerinde birçok oturumlar yapıldı- yapılıyor. Ki, onların bir kısmını takib etmeye çalışmıştım. Ama, özellikle bir küçük siyasî partinin ‘Aile saadeti buharlaşıyor..’havasında yükselttiği itirazların bir ‘seçim sopası’ gibi kullanılması ihtimali sözkonusu olunca Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, ‘Vahy-i ilâhî değil ya.. Gerekirse çıkılır..’ bile dediği ‘İstanbul Sözleşmesi’ bu toplantıda da sözkonusuoldu; özellikle de Prof. Nevzad Tarhan’ın konuşmasında..
***
Prof. Tarhan hoca’nın konuşmasında açıkladığı istatistik rakamları, özellikle 6284 sayılı kanunun yürürlüğe girmesinden sonra, 2015-19 arasında, kendilerinin ‘Kanûnîkoruma altına alınmaları’ için mahkemelere başvurularda bulunanların sayısında yüzde 80 civarında bir artışın görüldüğü anlaşılıyordu.
Ama, Tarhan hoca, daha başka önemli noktalara da değiniyor ve aile kurumunu tehdit eden üç ana etken olduğundan söz ederken, bunları sekülarizm, sosyal anomi ve liberalizm ve ferdiyetçilik gibi başlıklar altında topluyordu. Prof. Tarhan, ‘sekülarizmi günlük siyasî mânâda kullanmadığını, sosyal bir yapı değişikliğini kasdettiğini’ belirtiyor, özellikle sanayi devriminden sonra gelişen, ‘daha rahat yaşamak, daha çok kazanmak, daha zevkli bir hayat sürmek’ eğiliminin geliştiğine ve aile ferdleri arasındaki dayanışma ve sorumlulukların bunlara mâni olduğuna; ayrıca, yeni nesillerde ‘ölüm’ün gündemlerinde olmadığı’na vurgu yapıyordu. ‘Sosyal anomi’de ise, bir sosyal hayatın normlarına, genel kabul görmüş kurallarına meydan okuma eğilimi taşıdıklarına, ama aile kurumunun buna engel olduğu gibi bir anlayışın filizlendiğine, devamında da liberal ve ferdiyetçi, sadece kendisini düşünen bir ‘ben nesli’gerçeğinin ortaya çıktığına değiniyordu, özetle..
Tarhan hoca, ayrıca, insanın aklî zekâ seviyesinin ölçülmesinde kullanılan IQ’sunun yüksek olmasının aile huzur ve mutluluğu için kâfi olmadığını; bunun yanında EQ’sunun (duygusal zekâsının da) yüksek olması gerektiğini belirtiyor ve buna bir örnek olarak, IQ’sunun çok yüksek olduğu kabul edilen ünlü nükleer fizikçi Albert Einstein’ın EQ’sunun düşük olduğunu ve bundan dolayı, hanımına baskıcı davranışlar sergilediğini anlatıyor, bu gibi durumların her toplumda da olduğuna değinirken, toplum içinde ‘çok kibar bir beyefendi’ olarak bilinenlerin, evlerinde başka türlü olduklarına, ‘Dışarının iyisi, evin ayısı..’şeklindeki halk deyimini örnek gösteriyordu. (Tabiatiyle, konuşmacılar bu konuları aynen böyle söylememiş olabilirler, ama, bir taraftan dinleyip, bir taraftan da not alırken, hâfızamda kalanlar özetle böyle..)
***
Prof. Tarhan’dan sonra Başakşehir Belediye Başkanı(ailesiyle- çocuklarıyla gittiği Kudüs’te, iki gün önce İsrail rejimi tarafından hiçbir gerekçe gösterilmeden 5 saat göz altında tutulmuş olan) Yâsin Kartoğlu bir konuşma yaptı. Oldukça genç bir arkadaş.. Ve, yaptığı konuşmanın fikrî örgüsünün doluluğu, kafa ve kalb değerlerinin ve kültürel yapısının milletiminiz aslî değerleri içinden yetiştiğini yansıtıyordu. Millet Kıraathaneleri’nin yeni neslin internet kulüplerinden kurtarılması için iyi bir imkân olabileceğine, Başakşehir’deki Millet Kıraathanesi’ne gençlerin Cumartesi- Pazar günleri 3-3500 civarında, hafta içinde ise 1500 civarında geldiklerine değiniyor ve gençler arasında yaptırdığı bir ankette, ‘en çok sahib olmak istedikleri meslekler’sorulduğunda, onda 8’inin dijital alanda, hattâ youtuber vs.;onda 2’sinin ise başka meslekler çıktığını; doktor, mühendis, avukat, vs. gibi mesleklerin hiç söylenmediğini, ayrıca bu yeni nesillerin aileleriyle kılık-kıyafet konularında ve aile içi durumlarından da memnuniyetsizliklerini dile getirdikleri’ni aktarıyordu.
***
Konuşmacılardan Bekir Develi’nin konuşması ise, usta bir sunucu olmasının da etkisiyle daha bir dikkatle ve zevkle dinlendi. Ayrıca, TRT’deki ‘Ramazan Proğramları’nda, sadece proğram gereği değil, milletimizin inanç değerlerini gerçekten de özümsemiş birisi olduğu bir daha görüldü. Ki, o güzel konuşmanın özetlemesini yapmak mümkün değil. Sadece, gençlerin yöneldiği dijital alanı boş bırakmamak ve onların baktığı yerlerde kendi değerlerimizle onların karşısında olunması gerektiğine dair bir örneği; İslâm’ın zuhûr yıllarını konu edinen ‘Çağrı ‘filminin yapımcısı merhûm Mustafa Aqqad’a, ‘Bu filmi niye yaptın?’ diye sorulduğunda, ‘Ben bir Müslümanım, benim bir derdim var,yeni nesillere kendi değerler dünyamı tanıtmak istedim.. O genç nesillerin baktığı yer ise sinema idi, onun için o filmi yaptım..’ şeklinde görüşü daha bir ilginçti.
Hem Yavuz Bülent Bakiler bey’in nefîs konuşmasına ve hem de Prof. Yûsuf Ziya Kavakçı hocanın ilginç tekliflerine ve diğer konuşmacılardan ilginç tesbitlere de inşaallah bir başka yazıda..