Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM)'in 5. Genel Kurulunda çok önemli bir konuşma yaptı. Bir süredir gelişmiş ve gelişmekte olan pek çok ülkenin yaşadığı nüfusun azalması ve aile kurumunun zayıflaması sorunuyla Türkiye'nin de yüz yüze olduğunu, böyle devam ederse 10 yıl içinde nüfusumuzun azalma trendine gireceğini söyledi. "İçinde bulunduğumuz asrın sonunda nüfusumuzun 10 milyon gerilemesi bekleniyor. Ülkemizi ve milletimizi nüfus konusunda endişe verici gelecek bekliyor" dedikten sonra bir tarihçimizin "Türkiye bir kabusa gidiyor. Anadolu'daki nüfus azalıyor. Bu bir beka sorunu. Bu ülkemiz için savaştan daha büyük tehdittir" sözlerini alıntıladı.
Öyle midir gerçekten de?
Nüfusun yaşlanması ve azalması savaştan daha büyük bir tehdit midir?
Nüfusun yaşlanması demek, en başta sigorta sisteminin çökmesi demek. Bu işin sağlıklı işleyişinde bir emekliye beş çalışan düşüyor. Ülkeden ülkeye farklılık gösterse de sistemin sürdürülebilirliği için makul oran bu. Bu oranları yakalamak giderek zorlaşıyor. Çünkü artık yaşlı nüfus genç nüfusa oranla daha fazla. Bu tüm dünya için böyle.
Nasıl bu noktaya gelindi? Bir kere ortalama ömür giderek uzuyor. İnsanlar artık daha uzun yaşıyor. Böylece sosyal güvenlik sistemine daha fazla emekli giriyor. Genç nüfus ise çok hızla azalıyor. Çünkü evlilik yaşı yükseliyor. İnsanlar çocuk beklentisinin olağan olduğu yaş aralığının önemli bir kısmında zaten evliliği düşünmüyor. Hem ekonomik şartlar dolayısıyla hem de zaten evlilik yaşının yükselmiş olması sebebiyle birden fazla çocuk mümkün olmuyor. İlk okul öğrencileri arasında tek çocuk sayısı özellikle büyük şehirlerde hızla artıyor. Evlilik oranı azalık, evlilik yaşı yukarı çıkarken boşanmalar artıyor.
Son yıllarda bir dayatmaya dönüşen cinsiyetsizleştirme ideolojisi de tüm dünyada nüfusun politik bir sorun olarak kendini göstermesinde etkili oldu.
Güney Kore, Japonya gibi ülkeler, hatta 1,5 milyarlık nüfusuna rağmen Çin de buna dahil, yaşlanma hastalığına yakalandılar. Nüfusları ciddi oralarda azalıyor ve gelecek projeksiyonları tehlikeye işaret ediyor. Avrupa ve ABD'nin tek şansı göçmenler. Kendi hallerine kalsalar çoktan nüfusu en hızlı azalan ülkeler kategorisinin ilk sıralarında olurlardı. Göçmen karşıtlığına rağmen Merkel gibi aklı başında siyasetçiler nitelikli göçü kolaylaştıran politikaları uygulamada tutuyorlardı.
Nüfusun kendini yenileyebildiği oran 2,1. Türkiye 1.5'leri gördü. Büyük şehirleri dengeleyen illerimiz olmasa durum daha da içler acısı olacak. Bu gidiş tersine dönmezse 10 yıl sonra nüfusumuz azalmaya başlayacak.
Peki gidişatı değiştirmek mümkün mü?
Cumhurbaşkanı Erdoğan nüfus meselesine ilk kez şimdi dikkat çekiyor değil. Üç çocuk diye diye dilinde tüy bitti. Ama bu uyarılar çözüm olmadı. Denilebilir ki ekonomik destek gerek. Elbet gerek. Bunlar da devreye sokulmaya başlandı. Çocuk teşvikleri, vergi indirimleri vs. Tüm dünyada benzer uygulamalar var. Ama araştırmalar gösteriyor ki bu trendi geri çevirmeye maalesef ekonomik destekler de yetmiyor. Kadınlara tanınan doğum izni gibi kolaylıkların bile işe yaramadığı anlaşılıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da bunun çok net farkında; farkında ki "Nüfusumuzu artırmak için bir dizi önlem aldık uygulamaya başladık ancak meselenin maddi teşviklerin ötesinde bir medeniyet tasavvuru olduğunu unutmamalıyız. Zihinleri değiştirmeden hedeflediğimiz noktaya varamayız." diyor.
Bu zihniyet değişimi, bizim tek başımıza ülke olarak başarabileceğimiz bir şey değil maalesef. Değişimi tetikleyecek şey neo-liberal politikaların olumsuz neticelerinin daha tahripkar şekilde hissedilmesi olacak. Daha kötüsünü görmeden ve yaşamadan dönüşüm mümkün olmayacak.