Gerçek Gandi (mealen) “Yabancılar içişlerimize karışmasın. Nasıl yönetileceğimize, ne üreteceğimize, ne yiyip içeceğimize bir karar veririz” diyerek tuz yürüyüşünü başlatmıştı.
Gerçek bir yürüyüştü.
Çıkıntılara, terörü siyaset yöntemi olarak benimsemiş siyasi sürtüklere, İngiliz maşalarına, terör örgütü yancılarına, FETÖ muadili ezoterik yapılara yer yoktu.
Bizim çakma Gandi, “Yabancılar içişlerimize daha fazla karışsın, anayasamızın meşru olup olmadığına onlar karar versin” diye yürüyor.
Eyleminin 20. gününde İzmit’te mola verdi ve bir şikâyet belgesinin altına imza attı.
Karşısında kameralar vardı...
Çok mühim bir iş yapıyormuş gibi, elinde kalem, bir süre kameralara gülümsedi; sonra çaktı imzayı...
Hatırlayacaksınız, “herkes için” adalet sloganıyla yollara düşen bu zat, eski mutlu zamanlarda, adalete en muhtaç kesimin adalet taleplerini karşılayacak “yasal ve anayasal düzenlemeler” Meclis’ten geçtiğinde, elinde şikâyet belgesi, Anayasa Mahkemesi’ne koşuyordu. Bu mahkemeye yapılmış bütün başvuruların altında “Grup Başkanvekili” olarak onun imzası vardı.
Şimdi “herkes için adalet” diyor... Bunu diyebiliyor.
Hiç utanmıyor.
Önceki gün altına imza attığı şikâyet dilekçesini AİHM’e gönderecek.
Diyecek ki (mealen), “Ey AİHM... Bütün iç hukuk yollarını tükettik. Hem Yüksek Seçim Kurulu, hem Anayasa Mahkemesi, ülkemizdeki referandum sonuçlarını onayladı. Senin kapına geldik. Bir el atıver de, şu referandumu iptal et. Bizim FETÖ yürüyüşümüz de uluslararası destek bulmuş olsun.”
Soru şu:
Seçim ve anayasa oylaması gibi konularda uluslararası mahkemeler devreye girebiliyor mu? Daha doğrusu, AİHM’in seçim sonuçları üzerine karar alma hakkı ve yetkisi bulunuyor mu?
Cevap, dünyanın her yerinde aynıdır:
Hayır.
Çünkü bu tür başvurular, yetki sınırlarını aştığı için, umumiyetle karşılıksız kalır/karşılıksız kalmıştır.
Peki, Kemal Bey karşılıksız kalacağını bile bile, niçin AİHM’e başvurma gereği duydu? Alacağı “ret” cevabı onu siyaseten zor duruma düşürmeyecek mi?
Düşürecek ama Kemal Bey’in içerideki imajıyla ilgili bir kaygısı yok. Bütün siyasetini “yalanlar” ve “FETÖ tapeleri” üzerine kurmuş, hiç utanmamış, hiç utanmadığı gibi buradaki “ayıplı” durumu siyasi üstünlüğe dönüştürmüş bir adam mı imajının derdine düşecek? Karşımızdaki kişi, nihayetinde, “ne kadar yalan söylersem o ölçüde başarılı olurum ve muhataplarını çürütürüm” diye düşünen bir adam...
Bu başvuruyla yapmaya çalıştığı şey şu:
Başkalarını “daha fazla” içişlerimize sokmak, Türkiye’de anayasanın meşruiyetini yitirdiğine dair bir algı oluşturmak ve bu algı üzerinden başlatacağı illegal eylemle “uluslararası meşruiyet” üretmek...
Nitekim “çakma yürüyüşüne” başlamadan iki gün önce (13 Haziran’da), bir basın toplantısı düzenlemiş ve “aynen” şöyle demişti: “Bundan sonra bu anayasayla yapılacak her şey gayrı meşrudur.”
Böylece, hem sahneye koyacakları eylemi haber vermiş, hem de adalet talebi üzerinden “yabancıları içişlerimize karıştıracak süreci başlatacakları” imasında bulunmuştu.
Gerçek Gandi, bir yurtseverdi.
Bizimkinin hangi yurt adına kaygılandığını bilmiyoruz.
Bildiğimiz şu: Ne yapıp yaptı, tuz yürüyüşünü de kokuttu ve kendisini “ulusal güvenlik sorununa” dönüştürdü.
Bunu başardı.
HAMİŞ
İnternet mecraları, Hürriyet gazetesinin tetikçisinden bahisle, onu darbe istemekle suçladığımı yazıyor. Suçlama ona yönelik değildir... Buradan, darbe istemeyecek tıynette biri olmadığı sonucu çıkmasın. Darbe isteyen gazetecinin ismi Hasan Cemal’dir. Kayıtlara doğru geçsin.