Bosnalı kadın yönetmen Aida Begiç’in ilk filmi Kar’dan sonra yaptığı Çocuklar (Djeca), günümüzde geçen acı gerçekçi bir balad. Anne ve babalarını Bosna savaşında kaybeden iki kardeşin hayat mücadelesini işleyen eser, doğal olanı yakalayan bir imgelemeyle bir kader çizgisini seyircinin muhayyilesine sunuyor. Hemen her sahnede hakim olan hareketliliğiyle aktüel kamera çalışması, bir açıdan belgeselci bir izlenim de ortaya koyuyor. Yönetmenin tercihi daha çok bel plan çekimleriyle seyirciyi daha doğrudan filmin geçtiği dünyanın içine almak olarak görülüyor. Üzerinden onaltı yıl geçmiş olmasına rağmen savaşın, daha doğrusu vahşetin izleri duyarlı insanların üstünden silinmemiştir. Geçmişe dönük travmaların yarattığı karabasanlar her an rüyalarında veya uyanık halde karşılarına çıkar. Yakın geçmişin zebani cinsinden hayaletleri akıl melekelerini kanırtırcasına yoklayacaktır.
Filmin bu dünyaya dönük gerçekliği manevi yaşam olgusuyla da farklı bir anlam düzlemine çekilir. İki kardeşten büyük ablanın sonradan kendi iradesiyle örtünme kararı alması, kendisi için bir korumadır da aslında. Mana boyutunda inancının gereğini yerine getirmesi, kendi yeni hayatını destekleyen bir varoluşsal duruştur. Burada kendi hayatını bütünler; öncenin dünyevi dayatmasıyla dağınık bir halde bulunan kendi hayatını belli bir düzen çerçevesi içine almak anlamına gelecektir. Erkek kardeşinin sağlık sorunu ve başına aldığı dertler ve maddi hayatın kendisini kıstırdığı dar alanlar, genç kadının sıkışmış bir hayatta ayakta kalma mücadelesini yansıtır. Okula giden kardeşi, okulda varlıklı bir ailenin çocuğuyla takışınca abla da kendini bu sürecin içinde bulur ve kardeşinin selameti için kendisi ön safa çıkmaya çalışır.
***
Savaş bitmesine bitmiştir ama hala duyulan patlama ve silah ses sesleriyle mecazi olarak devam etmektedir. Üstelik barış zamanının savaşı da o denli acımasızdır; yozlaşmış bir yönetimin çürümüş politikacısında mücessem olan varlıklı çocuğun babası yönetmenin nezdinde toplumsal bir gerçekliği temsil etmektedir. Kırılgan bir insani yapı üzerine temellenen yönetmenin bakışı, savaşın barış zamanında farklı bir düzlemde devam etmesini toplumsal bir geri düşüş olarak irdeler. Gerçeküstü bir rüya sahnesinde mavi çarşafa bürünmüş bir kadın, kendi başına mücadele eden genç kadının tedirginliğini, öte yandan dingin üst bir iradeye teslimiyetinin de adeta bir anlatımıdır. Kendi hayatını kollamaya çabalayan abla, kardeşinin hayatını da bizzat kimi zaman onu gizlice takip ederek kollar; kardeşinin hayatının daha ciddi manada tehlikeye girmemesi için gayret eder.
Filmde adalet (ister sosyal, ister ilahi) duygusu hakim motiflerden biridir; adaletin tam layıkıyla tesis edilememesi, hatta ihlal edilmesi sağduyuyu kışkırtacak bir olgudur. Filmin sonunda iki kardeşin birlikte hareket etme eğilimi geleceğe dönük küçük bir umut ışığına delalet eder. Filmin açık sonla bitmesi, özellikle ablanın kardeşinin sorunuyla ilgili alacağı tavır konusunda seyircide farklı yorumlara yol açacaktır. Açık son, baştan sona nerdeyse bir gerilim halinde geçen filmin güçlerinden birine dönüşür; dünyevi gerçeklikle manevi bütünleşmenin doğurduğu bütünlüklü anlam dünyası filmi tek parça halinde aldığımızda bir değerler manzumesi haline gelir.