“Avrupa’da, yaz da olsa, kış da olsa fark etmez, ben çok üşüyorum. Sorun kalorifer sorunu değil, yorgansızlık değil. Ben vatansızlıktan, vatan özleminden üşüyorum. Bizi kendi dünyamıza hapseden, yurdumuzdan edenlere sesleniyorum. Bir gün mutlaka döneceğim. Ama öyle, ama böyle... Mutlaka döneceğim.”
16 Kasım 2000 tarihinde Paris’te hayatını kaybeden Ahmet Kaya’nın bir konserinde dile getirdiği bu cümleler, memleketle mesafe uzadıkça derinleşen ve keskinleşen hasreti tanıyan herkesi çarpacak nitelikte.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ve Paris Büyükelçisi İsmail Hakkı Musa’nın Ahmet Kaya’nın Paris Pere-Lechaise mezarlığında bulunan kabrini ziyaret ettikleri anın görüntüleri önceki gün basına yansıdı. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın’ın kabir ziyaretinin ardından yaptığı açıklamada belirttiği gibi, Kaya, “müziğin evrensel dilini anlatarak ülkemizin hikayesini anlattı. O yüzden de insanımızın kalbinde taht kurdu.” Bu ziyaret, anısına edilen dualar ve bu sözler birilerini yine harekete geçirdi ve hem Ahmet Kaya, hem de anısına duyulan saygı saldırılara hedef oldu. Yakasını bir bıraksalar Ahmet Kaya’nın... Özlem, hasret ve memleket çığlıkları, sağlığında duyulmadı… Vefatının 17. yılında rahatsız etmese birilerini.
Hazin bir öykü Ahmet Kaya’nın öyküsü… Memleket, vatan ve hasret kelimelerinin sürekli tekrarlanageldiği bir geri sayım. Her anında memlekete dönüşün hayalinin kurulduğu bir derin özlem… Ve ardından ani kaybı… Çevresini saran, derisine yapışan ve bir parazit gibi kanını emen bir çevreye kendi çapında bir karşı koyuş… Ve daha fazla tahammül edemeyip, duran kalbi…
Burada sözü, 7 yıl önce, Paris’te gazetecilik yaparken, sevgili arkadaşım Kübra Doğru Ünlü’nün “kadınmedya.com” sitesi için yazdığım yazıya bırakayım.
“Bir kitap… Sararmış yapraklar… Ve son satırlar… Ahmet Kaya’nın Paris’te yaşamını kaybetmeden önceki son gecesinin donmuş karesi bu…
Tütünü ve kâğıtlar. Dart oyunu. Belki de hedefe koyduğu birileri vardı artık hiç söyleyemeyeceği, dart oyununda hesaplaştığı.
Birkaç Fransız kuruşu. Kitapları ve uzak diyarlarda uzak dilleri öğrenme zorunluluğundan dolayı sıra sıra dizdiği Türkçe – Fransızca sözlükleri…
Bir rafta donuk kalmış gülüşler fotoğraflarda… Gurbet tadında içilince felaketi olan içki şişeleri… İçeriye girince şapkasını bırakmış koltuğa.
Duvarda sazı kalmış öksüz. Bıraktığı gibi kalakalmış her şey sehpanın üstünde. En acıklısı ise; Hazin bir kadehte kalan son yudumu.
Zamanın durdurduğu o dakikadan bu yana o yudum içilmemiş, orada. Felaketi olmuş.
Kırık bardakta kalakalmış son yudum. Okunan, belki de okunamayan son satır gibi.
Acı bir tesadüf, kendi hikâyesini belki de herkesin hikâyesini anlatan son satır gibi son yudum da.
Zamanın durduğu yerde son yudum kalmışken kadehte, son satır şöyle demektedir:
“Bazıları anlamlı anlamlı göz kırparak Doğulu olan bana “ya kader” diye soracaktır. Buna hep bir yelkenli için rüzgâr neyse, kaderin de insan için aynı şey olduğu yanıtını veriyorum.”
Bu satırları, yazalı en az dört yıl olmuş. Arada Melis’i tanıdım. Ahmet Kaya’nın kızı Melis ve eşi Gülten’in yüzündeki buruk gülüşlerde sessizce öyküsünü anlattılar.
Avrupa’da birileri onun sırtından bir şeyler elde etmeye çalıştı. Gülten ve Melis, asaletlerini bozmadan köşeden acı gülüşlerle izlediler boş çabaları...
Onu Paris’e süren keskin bakış açıları vicdan muhasebesi yaptı mı gerçekten bilinmez ama kamuoyuna çok az yansıyan bir şarkısında dile getirdiği gibi Ahmet Kaya, memleketinden uzakta yaz – kış üşüdü:
“Paris’te yazın da kışın da üşüdüm”…
Ülkemizin hikayesi…
16 Kasım 2013’te, Ahmet Kaya’nın vefatının 13. yılında Cumhurbaşkanımızın dile getirdiği şu cümleyi hatırlamanın tam vaktidir:
“Ahmet Kaya’yı, Şivan Perver’in kardeşini, Diyarbakır’ın evladını, Türkiye’nin sesini, nefesini, sevgili dostum, kardeşim Ahmet Kaya’yı vefatının sene-i devriyesinde rahmetle yadediyorum.”
Rahmetle yadediyoruz.