Sistem kurarken ilk önce insan tanımlanır. Tanımlamanın ardından, sistem kurucularının inançlarından doğan ahlâki yapı da sistemin zemini oluşturur. İşte bu zemin üzerinden sistem örülür.
Geçen yazımda Dr. Mustafa Merter’den Batı’nın insanı tanımlamasını nakletmiştim. Batı’ya göre insanın “aslı kötü ve kaostur”. Bu tanımlama üzerine bina edilen sistemler bugünkü dünya çapındaki buhranın da müsebbibi.
Üstad Necip Fazıl Kısakürek “İslâm’da idare şekli yok, idare ruhu vardır” der. Beş yüz sayfayı geçen “İdeolocya Örgüsü” adlı eserinde Üstad “idare ruhu”nu anlatır. Kitabın sekizinci fasılı olan “Devlet ve İdare Mefkûremiz” bölümüne gelinceye kadar Üstad, Doğu ve Batı muhasebesinden İslâm’ın eşya ve hâdiselere bakışını ve sadece Müslümanlar’ın değil tüm insanlığın kurtuluşuna vesile olacak beklenen inkılâbın yönlerini tek tek izah eder, mânâlandırır.
Batı’nın “aslı kötü ve kaostur” dediği insanla ilgili Üstad “İslâm ve İnsan” bahsinde şunları yazar: “İnsan, neden ve niçin olduğunu, nasıl ve ne olacağını; her canlının başına musallat bu tek sualin biricik cevabını yalnız İslâm’da bulur. İnsan, İslâm’da, derinliğine ve yüksekliğine doğru ruhunun, genişliğine ve uzunluğuna doğru da aklının, biri gök ve öbürü yeryüzünü donatıcı iki büyük hükümranlık işine memurdur. İnsan, bu memuriyetlerden birinde mâna ve öbüründe madde âleminin anahtarlarını elinde taşıyacak ve bu iki âlemi en büyük saltanatla zapt ve teshir ettikten sonra ‘solmaz’a, ‘eskimez’e, ‘ölmez’e, ‘bitmez’e ulaşacaktır. (...) İslâm’da insana yol, sırlardan ve sistemlerden hiçbirinin yanaşamadığı şekilde ve kulluğun en üstünü halinde, Allah halifeliğine kadar açıktır. (...) Maddî ve manevî bütün iş şubeleriyle insanoğlunun tek cehdi ölümsüzlüğe ermekse, bunun biricik müteahhidi İslâm’dır. (...) Ebedîlik dîvanesi insan, İslâm’dan başka her görüş sisteminde lâğım faresinden daha aşağı, İslâm’daysa, sonsuzluk şevkinin pırıldattığı nur yüzüyle, en büyük kahraman.”
“Aslı kötü ve kaos” değil de Allah’ın halifeliğine kadar yolu açık olan en büyük kahraman insanı yönetecek sistemin ahlâkî kaynağı ne olmalı? Bu sorunun cevabından önce Üstad’ın din, fikir, sistem ve ahlâkın birbirine olan nisbetiyle alâkalı tespitini aktarayım: “Dünyamızın içini ve dışını, malûmunu ve mechulünü, ‘Mâsiva’sını ve ‘Mâverâ’sını ana illet prensiplerine bağlayıcı bütün bir (metafizik) örgüsüne malik olmayan hiçbir fikir sistemi üzerinde, hiçbir ahlâk telakkisi bina edilemez. Böyledir; ve hakikî dinler de, işte bu eksiksiz ve gerçek iman manzumelerinden başka bir şey değildir.”
Üstad İdeolocya Örgüsü adlı eserinde ahlâk bahsini “Ahlâk davamız”, “Ahlâk kaynağımız”, “İslâm ve ahlâk”, “Ahlâk yaralarımızdan misaller” ve “Ahlâkçılık” başlıkları altında çeşitli yönlerle ele alır. Yukarıdaki soruya cevap aramaya teşvik babından, köşemin el verdiği ölçüde eserden birkaç satır iktibas yapacağım: “Bizim, olmuş ve olabilecek ahlâk kaynağımız adıyla ve sanıyla İslâm ahlâkıdır. Bunu anlayamadık; anlaşılacak olan buydu; anlaşılacak olan budur! Bir zamanlar ne olduksa bu ahlâkın yüzü suyu hürmetine olduk; ve ne olmadıksa, bu ahlâkı gölgelendirmek ve sonra büsbütün karanlığa gömmek yüzünden olamadık(...) İnsanın fikirle gördüğüne karşı hisle takındığı değerlendirme edâsı, ahlâktır. Fikir, ‘niçin?’, ahlâk da ‘nasıl?’ı cevaplandırır. Hakikatin ‘niçin’leri önünde, ruhun, tavır ve hareketleri bakımından ‘nasıl?’ları, ahlâktır. Hakikat karşısında ruhun bürüneceği tavır ve eda melekesi olan ahlâk, ruhun başlıca sıfatı ve hâdiselerin ruhta kıymet hükmüdür. İçimizde ve dışımızda olan her şeyin ulvî ölçüsü ahlâktadır. Ahlâka fikir öncülük ettiği kadar, fikre de ahlâk yol gösterir.”
Üstad’dan yaptığım iktibaslardan da anlaşılacağı üzere sistem tartışmalarında usûlden önce niçin esasın konuşulması gerektiği de ortaya çıkıyor. İnsanın tanımı, ahlâk ve inşaallah ileriki yazılarımda bahsetmeyi düşündüğüm “idare ruhu” ve estetik gibi başlıklar sağlam temel atmak için elzem mevzulardır. Günlük yaşadığımız her hâdise, istisnasız bu mevzuların kapsamındadır. Kısacası, havâî işle iştigal etmiyoruz!