Partiniz iktidara gelir, kendinizi bir tür kader belirleyici konumda hissedersiniz. Herkesin herkesin kaderi sizin elinizdedir. En doğru düşünce sizinkidir, en iyi adam seçen sizsinizdir, en kötü adamı tespit ederken mutlak haklısınızdır vs.
Gazete çıkarırsınız, gazetede köşe sahibi olursunuz, hakikat sizin tekelinizdedir. Her konuyu en iyi siz biliyorsunuz, en doğru hükmü siz veriyorsunuz, herkesin doğru veya yanlış yaptığına siz karar verecek yetkinliktesinizdir. Hele televizyonunuz olduğunda, orada bir program yapmaya başladığınızda, hakikatin kriterini belirleme yetkisi ile donanırsınız. Yuhyi ve yümit. Öldürmek de sizin elinizdedir, diriltmek de. Haşa. Sümme haşa.
Para sahibi olursunuz, bir takım hizmetleri finanse edebilme imkanına ulaşırsınız, tüm hizmet alanlarını belirleme yetkisini kendinizde görmeye başlarsınız.
Ana misyonu nefis terbiyesi olan bir cemaatin belirleyici makamında bulunursunuz, nefsiniz kaf dağından yükseklere çıkar.
İlahiyat Fakültesinde kürsü sahibi olursunuz, bütün dini alanı tanzim etme yetkisini kendinizde görmeye başlarsınız.
Bulunduğu makama göre insanın kimyası değişir, dönüşür.
Sade bir insanken aynı zamanda sade, mütevazı bir mü’min olan insan, statü edindiğinde alikıran baş kesen olur. İlla olur değil mutlaka, olabiliyor.
Şu sıralar herkes, Mülümanların, cemaatlerin, cemaat mensuplarının zihin dünyasını tamir etme (!) işine soyunmuş gözüküyor.
Söze “Bu iş sadece FETÖ ile sınırlı değil, bütün cemaatlere bakmak lazım, hepsinde sorun var” diye başlayanlardan, yazanlardan, konuşanlardan geçilmiyor. Yukardan, yukardan ahkam kesmeler...
Ben herkes önce kendisine baksa, demek istiyorum. Herkes dünyaya nizamat vermek yerine, hanelerindeki hadi teseyyüb demeyeyim, zaafa baksa...
Bu memlekette camileri, imam hatipleri fakir fukara ve belki eğitimi ilkokul seviyesini aşmayan insanlar, hem de ineklerini satarak inşa ettiler.
Hadi babalarımızın cehaletini sorgulayalım.
Diyorum ki; adam Sovyet hakimiyeti altındaki İslam topraklarında Müslümanlığını “türbe ziyareti” yaparak korumuş. Allah’tan ki türbelerin ziyaretini yasaklamamışlar. Ne diyeceksiniz bu türbe ziyaretçisine? Boğazına hangi bid’at halkasını geçirip mahkum edeceksiniz? Babalarımız İmam Hatiplere gönderdi bizi, şimdi babalarımızın Müslümanlığını beğenmiyoruz.
Diyorum ki meselenin tahliline başka bir şekilde başlayabiliriz:
“- Dünyada İslam’ın mazlumiyeti diye bir sorun var. İslam dünyası en azından yüz yıldır mazlumiyeti paylaşıyor. Edilgen konuma itilmişiz. Bütün İslam dünyası operasyonlara maruz. Çocuklarımızın zihin dünyasının üzerinden küresel kültürün buldozerleri geçiyor. İslam, Allah’ın insanoğluna sunduğu son ilahi yol haritası olarak insanla, küresel boyutta nasıl buluşacak?
- Birim olarak Müslümanın üzerine düşen sorumluluk ne? Müslümanlar atomize edilmiş olarak mı varlıklarını sürdürecekler, yoksa bir ümmet bütünlüğünü sağlayarak mı? Ümmete nasıl varılacak?
- Niye cami var; niye cemaat var, niye saflar sık olsun ister Peygamber (s.a.v.), niye mü’minlerin arasına şeytanın girmesini istemez?
- Senin, benim onun üzerine hangi sorumluluk düşüyor? Bir araya gelip “Bugün Allah için ne yapılabilir?” gibi bir soru sormaya başlasak, “Cemaat olma” tehlikesine adım atmış mı oluruz?
- Cemaat hiç mi olmasın, doğru şekilde mi olsun? Yola “Müslümanların bir araya gelip hem kendi Müslümanca yaşama, hem insanlığın İslam’la buluşması ile ilgili sorunlarını çözme gayreti içine girmesi farz-ı ayındır” diye başlayıp, “Bunu hem İslam açısından hem toplumla sağlıklı ilişkiler kurma açısından doğru şekilde nasıl yapabiliriz?” diye devam etmek daha sağlıklı bir tavır olmaz mı?
İslam’ın cemaat yapılarının yok edilmesi için uluslararası bir proje uygulandığı, bazı yapıların teröre bulaşarak, kendi devletiyle savaşa soyundurularak bu operasyona meşruluk kazandırmak için kullanıldığı kanaatindeyim. Fırtınalı bir dönemdeyiz. Her kademede aklımızı ve kalbimizi korumak en öncelikli meseledir diye düşünüyorum.