Ömrü Allah’a götürmek’’ten bahsediyor, “Son Nefes” adlı eserinde Osman Nuri Topbaş Hocaefendi... “Yolculuk Nereye” diye sorarken... Seher vakti erişiyor karların üzerine. Gece boyunca bir rüyadan diğerine akan ruhlar, sabah ezanıyla birlikte evlerine geri dönüyor...
* * *
Sıra bana gelinceye kadar talihimiz değişir mi bilinmez. Hem Babaannemin hem Halamın gurbete özlemle bakan merhum gözlerini, son nefeslerinde bile, bir türlü örtememiştik biz. Nenem oğullarının, halamsa kardeşlerinin gurbetini gözleyip durdular... Hiç uyumuyorlardı zannederim, ben onları hep öyle gözleri açıkken hatırlayacağım, dalgınca uzaklara bakarken, gurbete düşmüş amcalarımın dönüş yolu için adaklar adarken, radyoda çıkan şarkıları gurbet mektubu niyetine tutarken, her bayram namazında gizli gizli döktükleri yaşlarla hatırlayacağım onları...
Orta yaş dedikleri böylesi bir şey herhalde, bir kesişim zamanı. Ailenin nazarında çocuk kalıyorsunuz hep, kotarılacak işlere gelince sıra, sizden büyüğü kalmıyor elde avuçta. Bir bakıyorsunuz ki evin direği oluvermişsiniz... Misal: Şu ellerimle koydum kabircağızına Amcamı. Ben de inanamıyorum...
Oysa daha dün gibi; bir gece vakti biz uyurken bir kucak kitapla geliverişi, Kimsesiz Çocuk, Serçe Kız, Keloğlan, nasıl da sevinmiştik kız kardeşimle... Bayram ziyaretlerimizde dede evimiz çok kalabalık olduğundan yer yatağında yatardık, o günlerde rahmetli amcamdan dinlediğimiz korsan masalları, yaramaz ağaçkakanın taklidi, denize gidemediğimiz için herkese küstüğümüz gün misafir odasındaki halının üzerinde bize verdiği yüzme dersleri, aynada saçlarını taradıktan sonra dönüp bize göz kırpışı; “Nasıl, yakışıklıyım değil mi?” diye soruşu. Amcadan çok arkadaşımız, ağabeyimiz gibiydi rahmetli Fikret Amcam...
Yedi yaşlarındaydım ben,iki amcam da Hollanda’ya işçi olarak gittiklerinde. Orada evlendiler, orada çoluk çocuğa karıştılar. Hastalandığını öğrendiğimizle vefatı arasında sadece beş gün var. Ne olup bittiğini bile anlayamadan, kız kardeşimle iki garip bacı vardık ki ne görelim, onu gurbet ellerde uğurlamak da yazılıymış kaderimizde. Çocuklarından ayrılmak istememiş, vasiyeti gereği Amsterdam’daki İslam Kabristanı’na defnettik...
* * *
Bizi derinden sarstı onu yâd ellerde bırakıp da dönmek. Taziye’nin ne demek olduğunu ve değerini yeniden öğrendim son yaşadıklarımla. Keder de tıpkı neşe gibi, paylaşılınca kıymetleniyormuş meğer. Hayatım, İslam toplumlarına, cemiyetlere, gruplara hiçbir ayrım yapmadan hizmetle geçti. Helal olsun. Lakin belirli bir cemaatin üyesi olmadığım için olsa gerek... Gurbette, herkes kendi cemaatinin ölüsüne ağlıyormuş galiba, yeni öğrendim. Çevremdeki bunca kalabalığa karşın ne kadar da yalnız olduğumuzu gördüm. Buna Diyanet de dahil...
Mamafih; dini merasim boyunca bize eşlik eden Hollanda Fas İslam Cemiyeti’ne şükranlarımı arz ederim. Amsterdam Rabıta Kebir Camii’nde kalabalık bir Cuma cemaati bizi bağırlarına bastılar, gurbette İslam kardeşliği neymiş gösterdiler. Kuzenim Serkan ve Fas’lı eşi Suheyla’ya metanetlerinden dolayı teşekkürlerimi sunarım. Muhammed Emin Yıldırım Hocaefendi Umre’deydi, ağlayarak istimdad diledim kendisinden, sağolsunlar, amcamın gıyabi cenaze namazını Müzdelife’de kıldılar, Allah razı olsun. Şeyh Asaf Efendi Dergahı’ndan, Şeyh Muhyeddin Efendi muhibbanından, Halakanî çevresinden, Fatma Kutluoğlu Hocamızdan dualar, hatimler, manevi destekler aldık Allah hepsinden razı olsun...
Siyasette de medyada da vefa yoktur. Gazeteci arkadaşlarımızdan Ahmet Tezcan ağabeyime ve Bekir Develi kardeşime teşekkür ediyorum, derdimizi bir tek onlar işittikleri için...
Dünya... Dedikleri... Gerçekten yalan imiş. Gurbet imiş. Gölgelik imiş...
Babaannemle Halamın bıraktığı yerden şimdi ben tutuyorum şarkıların saçlarını... “Ah... Gine bugün yaralandım” havası denk geliyor her seferinde. Kervankıran yıldızını arıyor gözlerim. Kim bilir yolda kalmış kaç yolcu...
Gurbettekilerin ruhuna el-Fatiha...