"Benim işim gazetecilik, haberimi yaparım, manşetimi atarım, bu haber toplumsal çıkarlara zarar verse de, bireyin mahremiyetini, kişi hak ve özgürlüklerini zedelese de beni ilgilendirmez.”
Gerçekten gazetecilik bu mudur?
En yalın haliyle baktığınızda, hiçbir etik kuralla kendinizi sınırlamadığınızda ya da hiçbir toplumsal faydayı dikkate almadığınızda ve de birey hakları gibi bir derdiniz olmadığında evet gazetecilik budur.
Nitekim İmralı heyetinin görüşme notlarının yayınlanması gösterdi ki, bazı medya kuruluşları için ‘haber şehveti’, ‘kan dökülmesin’, ‘analar ağlamasın’ gibi değerlerden daha önemliymiş.
Gazetecisiyle, siyasetçisiyle ve bu ülkede yaşayan bireyler olarak topyekun ‘çözüm’e odaklandığımız bir dönemde, eğer bir gazeteci çözüme rağmen ‘sansasyonel haberi’ tercih ediyorsa burada marazi bir durum var demektir.
Yapılan gazetecilik olabilir. Ama bilelim ki, yarın çözüm tarihinde bu gazetecilik anlayışı, Oslo provokasyonu, Paris cinayeti gibi sabotajlarla yan yana yazılacaktır.
Bir gazeteci için, haberin doğruluğu ve kaynaklarının sahihliği kadar, ‘çözüm’ gibi ülke için hayati bir öneme sahip olan konularda ‘haberin’ bir provokasyon projesi ile bağlantılı olabileceği endişesini taşımak da önemlidir.
Maalesef, Milliyet gazetesi çözümü değil, sansasyonel haberi tercih ederek, çözümü değersizleştiren hamlelere destek vermiştir. Açık yüreklilikle söyleyelim, bunun adı barışa kurulan tuzaklara su taşımaktır...
BDP heyetinin İmralı görüşmesindeki komplo fantazilerini, yalan yanlış bilgileri yayınlamanın bir gazetecilik başarısı olduğunda ısrar edenlere daha açık bir Türkçe ile söyleyelim. Bir kere, bu haberde yer alan bilgiler gazetecilik mahareti gerektiren bilgiler filan değildir. Esas gazetecilik, üç adrese giden ‘taslak mektupları’ alıp yayınlayabilmektir.
İşin özeti, çözüme provokasyon projesi hazırlayanlar, görüşme notlarından hazırladıkları piyasa değeri düşük malzemeye kolay müşteri bulmuşlardır. Mesele bundan ibarettir.
Böylesine sansasyonel bir haberi yayınlayanlarla ilgili elbette bir niyet sorgulaması yapamayız. Ama yapılan işin özü, çözümü dinamitleme amacı taşıdığı çok açıktır. Bir gazetecilik başarısı olarak takdim edilen haberin algılamamızı istediği mesaj şudur: “Bu çözüm süreci karanlık bir iştir, sakın oyuna gelmeyin.” Nitekim, muhalefet partileri de mesajı almış ve iktidara karşı hakaret kampanyasına hız vermişlerdir. Eğer, bu bir gazetecilik başarısıysa evet başarılmıştır!
İşin daha da vahim olanı, gazete yazarlarının Başbakan Erdoğan’a “Tarihin eli omzunuzda” şeklinde akıl verme çağrıları yaparak tam bir şuursuzluk örneği sergilemeleridir.
Hem günlerdir, bir taraftan, “Evet, barış zamanıdır, silahlara veda zamanıdır. Yeterince kan ve gözyaşı akmıştır. Daha çok acı çekilmesin. Daha çok insanımız ölmesin” şeklindeki “ağlak” ifadelerle barış şarkıları söyleyeceksiniz. Bir taraftan da, “Sabotaj’ı da geçelim, provokasyonu da...
Bu tavır her şeyden önce gazeteciliğe, mesleğimizin özü olan haberciliğe hiç yakışmıyor” diyerek ‘çözümü’ değersizleştiren sansasyonel haberleri alkışlayacaksınız. Bu ne yalan çelişkidir...
Bugün, “Gazetecilik yapmak ayrıdır, devlet yönetmek ayrıdır” gibi o eski medya düzeninden kalma buyurgan ifadelerle değişimci ve de- mokrat medyaya akıl vermeye çalışanlara sormak gerekiyor, Türkiye’nin vesayetten arındırılmasına giden yolda Ergenekon belgelerine burun kıvırmak nasıl bir gazetecilikti acaba?
Kusura bakmayın, ağlak gazetecilikle ‘barış’ aynı mahallede oturmuyor...