Bundan tam altı sene evvel yazdığım “Fethullah Gülen Hocaefendi’ye Şükran” ve “Gülen Hareketi’ne Muhabbet” başlıklı yazıları sanki şimdilerde dershane tartışmasıyla ilgili olarak yazmışım gibi sosyal medyaya servis etmişler. Dünyanın dört bir yanındaki Türk okulları için Hocaefendi’ye hâlâ medyun-u şükranım, Gülen Hareketi mensuplarını Allah için sevmeye devam ediyorum, o yazıların her satırının altına bugün de imzamı atarım; ama bugün yazsaydım bazı cümleleri biraz farklı kurardım ve yeni cümleler ilave ederdim. O yazıların tekrar tedavüle sokulmasından yine de memnunum; çünkü Gülen Hareketi’nin hayırlı hizmetlerine gereken değeri verdiğimi ve dolayısıyla eleştirilerimin iyi niyetten kaynaklandığını belgeliyorlar.
Şimdi geçen yazıda kaldığımız yerden devam edelim:
Mevcut haliyle AK Parti iktidarı, Gülen Hareketi’nin insan yetiştirmeye dönük faaliyetlerini benimseyen, destekleyen ve himaye eden bir iktidar iken, bu harekete yön veren kimseler, bana göre aklın sınırlarını zorlayarak, iktidarı dönüştürme veya değiştirme gayretine girdiler.
Bu gayrette maalesef sınır tanımıyor ve maşeri vicdanı yaralıyorlar.
Türkiye-İsrail ilişkileri bozulalı beri her fırsatta hükümete ‘çakan’, Erdoğan’ın diktatörlüğünden ve saire dem vuran hareket sözcülerinin, dershane tartışmasını da bağlamından kopararak, tabanlarını hükümete külliyen düşman etmeye çalıştıkları anlaşılıyor.
Neyse ki hükümet itidalli. Sapla samanı birbirinden ayırıyor. Siyasi iradeyi etkisiz hale getirmeye çalışan, düpedüz sabotaj faaliyetlerinde bulunan kimi bürokratlarla ‘uğraşıyor’, ama onların mensup olduğu camiaya muarız nazarıyla bakmıyor. Aynı şekilde, dershaneleri kapatmakta ısrar etmekle beraber, “Hizmet”in kıymetini, güya “Hizmet” adına maruz bırakıldığı onca haksızlığa rağmen, takdir etmeyi sürdürüyor. Etmeseydi, dünyanın dört bir yanındaki Türk okullarına denklik vermezdi. Hükümet için dershane meselesi gerçekten sadece dershane meselesinden ibaret.
Bunların altını kalın çizgilerle çizdikten sonra, Gülen Hareketi’nin tabanına, neferlerine, iktidar kavgasının çok ötesinde bir yerde sadece ve sadece Allah rızası için çalışan hakiki hizmet erlerine bir çağrıda bulunmak istiyorum:
Muhterem ağabeyler, ablalar, can kardeşler!
ABD/İsrail eskisi kadar güçlü değil, Türkiye de eskisi gibi güçsüz değil. Cemaatinizin de çok kıymetli ve hayati derecede önemli katkılarıyla yepyeni bir Türkiye’nin inşasına giriştik, epey de mesafe aldık. Bu, aynı zamanda, yepyeni bir dünyanın inşası anlamına da geliyor. Eski dünyanın korkularını atalım üzerimizden. Yepyeni bir dünyanın ışığına doğru hep beraber emin adımlarla yürüyelim. Varsın dershaneler eksik kalsın. Türkiye ve dünyanın dört bir yanındaki okullarınızla, talebe yurtlarınızla, muh- telif sahalardaki sivil toplum kuruluşlarınızla, basın-yayın organlarınızla devam edersiniz yolunuza / yolumuza.
Hükümet, dershanelerin kapatılmasını eğitim reformunun vazgeçilmez bir parçası olarak görüyor. Bu fikre katılmayabilirsiniz. Dershanelerinizi canla-başla savunmanız tabiidir; fakat bu süreçte Gezi’ciler gibi ölçüsüz ve arsız söylemlere tevessül eden arkadaşlarınızı, ağabeylerinizi “Bu bize yakışmıyor” diye uyarmayı da ihmal etmeyin ne olur.
“İyi de, ya bu iş dershanelerin kapatılmasıyla bitmezse?” diye sorarsanız... Daha dershane meselesi ortada yokken “Başbakan’ı dualarımızdan çıkardık” gibi lafların edilmesine ve Başbakan’ın yıpranması için ahlakla bağdaşmayan türlü çeşit propagandalara tevessül edilmesine rağmen itidalini ve Hizmet’e saygısını koruyan, tahriklere katiyen kapılmayıp sağduyulu davranmayı müthiş bir dirayetle sürdüren Başbakan, bugün dershane meselesinde de aynı şekilde davranıyorsa, sizin sözcüleriniz olma iddiasındaki bazı kimselerin estirdiği topyekûn savaş rüzgârına bir tek kılını bile kaptırmıyorsa, “Hizmet”le bir derdinin olmadığını hem konuşmalarıyla hem lisan-ı hali ile hem de yaptıkları ve yapmadıkları ile sarih bir şekilde ortaya koyuyorsa, böyle bir sû-i zanna mahal var mı?
2004’teki o MGK toplantısı hikâyesini balon gibi şişirenler “Hizmet’i bitirmeye ta o zaman karar verdi AK Parti” diyenler var. Elinizi vicdanınıza koyup söyleyin: O tarihten sonra sayısız cemaat mensubu devlet kadrolarına alınmadı mı? AK Parti’de, bu partinin meclis grubunda pek çok cemaat mensubuna yer verilmedi mi? Hükümet, o toplantıda alındığı ileri sürülen cemaat aleyhindeki kararın tam tersi istikametinde hareket etmedi mi? Başbakan Erdoğan, “İmamın Ordusu” ve “Fethullah’ın Polisi” gibi söylemlere yiğitçe göğüs germedi mi? AK Parti’yi kapatma davasının sacayaklarından bir tanesi, cemaate iltifat değil miydi?
İnsafı elden bırakmamalıyız. Vesselamu aleykum ve rahmetullah.