Asrımız insanının aşmakta en fazla zorlandığı mesele “yalnızlık”... Giderek “insansızlık” kıyısına ulaşan yalnızlaşmalarımıza; yükselen ekonomik refah düzeyi, yasal teminat altına alınan özgürlük taleplerimiz, çeşitlenen boş zaman değerlendirme ve hobi etkinlikleri bile yeterince cevap bulamıyor. Son yaşadığımız mülteci krizinin, ondan evvelki gıda krizinde bile, ilki siyasal diğeri ekonomik mahiyette olsa dahi, derin bir yalnızlaşma yatıyor. Modern dünya, başı göklere değen gelişim ve ilerlemeye rağmen giderek büyüyen yalnızlaşmaya çare bulmaktan aciz...
Prof. Muhyeddin Şekür psikolojik evreni açıklarken maddi dünya ile manevi dünyanın birbiriyle çok ilişkili olduğunu zikreder. Acizane, buradaki vurguyu, “ilişkiler” kavramına odaklanarak okumak taraftarıyım. Uzun yüzyıllar, güçlü olan zayıfı yok eder algoritmasını ezberlettiler bize. Karşıtlıkların çarpışması ve dolayısıyla eşitsizlik, ilişkisizlik üzerinden okuduk olayları, hatta olgu ve kurumları, bu derin kopukluğun üzerinden kurduk. Ama Prof. Şekür gibi disiplinler arası bağlam kurmaya yatkın zihinler, tartışmayı eşitlik/eşitsizlik çatışkısından çıkartıp, hakkaniyet/merhamet/dayanışma ilişkisine taşıyorlar.
***
Geçen hafta Halep’te hayatını kaybeden son çocuk doktoru Dr. Vasim Muaz’dan bahsetmiştim. Gece bir başka doktordan mesaj geldi, yazımı okumuş. Dr. Emel Dilek Temel’i, özellikle Afrika’daki afet ve savaş bölgelerinde yaptığı kahramanca çalışmalardan işitmiştik. Meğer Suriye’de de gönüllü olarak çalışan doktorlardanmış, Muaz’ın arkadaşıymış. Muaz kolundan vurulunca, “Türkiye’ye gelsen de ameliyat etsek seni’’ demiş son konuşmalarında Emel.. “Halep’teki çocukları nasıl bırakayım” diye sormuş, zaten birkaç gün sonra da şehit olmuş Dr. Muaz... Saate bakmadan aradım Dr. Emel’i, gece 03.30’du, hastanede nöbetteydi. İkimiz de mahzunduk ve bizi, Halep’in son çocuk doktoruydu buluşturan. İlişki böyle bir şey. Sabahına, nöbet çıkışı sağolsun beni kırmadı geldi doktor, sımsıkı sarıldım ona, saçlarını öptüm. Bana yaralarını sardığı binlerce yetimin kokusunu taşıyordu Emel...
Gazze, Kenya, Somali, Tanzanya, Orta Afrika gibi pek çok zorlu yerde, insanlığın tükendiği mahallerde görev yapan gencecik bir hekim Dr. Emel. Bana Sudan’daki Sinef, Otaş, Drej ve Selam Yetimhanelerindeki o çok sevdiği miniklerin resimlerini videolarını gösterdi. Onlar için nöbet tutuyor, biriktirdiği iki lirayı derhal su olarak, hurma olarak bu çocuklara yolluyor. Ve orada bir başka kahramanla ilişkilendiriyor beni: Musa Aşkın. Memleketini, devletini, bayrağını seven bir kişi olarak tanıtıyor kendini Musa kardeşimiz. Yaklaşık on yıldır çöl kumsallarının ortasında kalmış, kah afetin kah iç savaşların kimsesiz koyduğu, zamanın ve dünyanın unuttuğu bu yetimlere münhasır kılınmış bir melek gibi sanki o.
***
Annemin vefatının 38. günü bugün. Kardeşler olarak onun hatırası bizde “su” ile yazıldı. Çok az uyurum, annem rüyama gelmiyordu bir türlü... Afrika’da bir su kuyusu açtıralım annemin hayrına diye düşündük. Gana’daki bir su kuyusu projesine dahil olduk. Sabahına, annem rüyama geldi hemen. Sanki haberdar mı olmuştu, bilmiyorum. Bu nasıl bir ilişkiydi, maddi dünya ile manevi dünya arasında. “Beni merak etmeyin ben iyiyim” diyordu rüyamda, birlikte ayaklarımızı denize sarkıtıyorduk, köpükler çıkartırken neşeyle gülüyorduk, güneş şıkır şıkır parlıyordu denizin üstünde...
Şimdi ilişki devam ediyor. Musa Aşkın kardeşimin fotoğraf ve videolarını yolladığı Sinef Yetimhanesinin bahçesine bir su kuyusu açalım diyoruz. Artık bu ilişkiler zincirine sizler de bağlısınız. Onların selamlarını ulaştırıyorum sizlere. Çöl kumsalının sırtında sabahtan akşama kadar Kuranı Kerim okuyup hafızlık talimi yapan bu yetimler hepimizin evladı. Bir avuç hurma bir küçük şişe su ile tuttukları oruçları var sadece koca yeryüzünde... Başkaca yer tutmuyorlar. Gözleri o kadar parlak ki. Rüya görüp görmediklerini bilmiyorum ama anki kendileri rüya...