Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve beraberindeki heyet, üç Afrika ülkesini kapsayan bir programla dün yola çıktı. Gezinin durakları Gabon, Nijer ve Senegal.
Peşinen ilan ve iddia edeyim; bu gezinin stratejik hedefleri ve ülkedeki bunca ateşli tartışmanın ortasında nereden çıktığı üzerinde fazlaca bir haber ya da analiz okuma şansınız olmayacak.
Muhtemeldir, ayrıca kendilerine göre haklı gerekçeleri de olabilir, meslektaşlarımız gezi boyunca terör, Kürt sorunu, İmralı gibi başlıklar üzerinden bizi bilgilendirecekler. Başbakan Erdoğan ve heyetine bu yönde sorular yöneltecekler. O yüzden neredeyse bir hafta sürecek bu Afrika gezisi üzerine bilgi sahibi olmamız bir hayli zor görünüyor.
***
Sahi nereden çıktı bu Afrika gezisi.
Sözü dolaştırmadan söylersek, Afrika, dünyadaki hemen tüm büyük güçlerin belki de en sert biçimde rekabet ettiği devasa bir kıta. Biz kendi yakın coğrafyamız üzerinden bakmayı deneyelim. Zira Afrika üzerindeki bu rekabetin üç bölgesel aktörü var: Türkiye, İran ve İsrail.
Arap dünyasının kendi içindeki devrim, çatışma ve değişim dalgası devam ederken, dünyanın yükselen büyük güçlerinin Afrika ilgisi hayli kabarmış durumda. Bu listenin başına Çin’i yazmak yeterli sanırım.
İran, 1979’daki rejim değişikliğinin ardından önce ideolojik, ardından çok ciddi ekonomik hamlelerle Afrika üzerinde ciddi bir etkinlik kazanmaya başladı. Bu etkinlik, biraz da Tahran’ın Şii karakterinin baskınlığı yüzünden, pekçok Afrika ülkesinde kalıcı hale gelemese de, gerek ekonomik, gerekse stratejik açıdan önemli boyutlarda.
Sözgelimi Senegal’de İran otomobilleri üretiliyor. Sudan’la ciddi ilişkiler var, bu ülkeye yönelik silah ihracatında Tahran ilk sırada yer alıyor. Kenya’yla petrol alışverişi önemli rakamlara ulaştı.
İran açısından Afrika’nın dört ayrı başlıkta önceliği var. Afrika’daki ülke sayısı, özellikle BM başta olmak üzere uluslararası zeminlerde Tahran için önem taşıyor. İkincisi bu ülkeler üzerinden Batı’nın ambargosunu kırmaya çalışıyor. Üçüncüsü ekonomik anlamda büyük rakamlara ulaşmayı hedefliyor.
Dördüncüsü çok daha güncel bir ilgi: İran, bu kıtadan uranyum elde etmeye çalışıyor. Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad’ın 2010 yılındaki Uganda ve Zimbabwe ziyaretlerinin amacı da buydu.
***
Gelelim İsrail’in bu büyük kıtaya yönelik ilgisine.
İsrail’in Afrika stratejisinin 1950’ler itibarıyla şekillendiğini hatırlatalım. Arap dünyasındaki kuşatılmışlığı, Afrika üzerinden kırmaya çalışan bu hamlenin, kıtadaki yönetimlerin de katkısıyla o dönemde hayli başarılı olduğunu söyleyebiliriz.
Ancak Afrika’daki İslami uyanışın, özellikle Filistin direnişinden etkilenmesiyle İsrail kıtanın geniş kesimlerinde ciddi bir itibar kaybına uğradı. Kendisiyle aynı karaktere sahip olan ırkçı Güney Afrika ve benzeri birkaç yönetim dışında, bu ülkenin kıtadan dışlandığını söylemek abartılı olmaz.
İsrail, dünyadaki büyük güçlerin ilgisiyle eş zamanlı olarak son yıllarda yeniden Afrika’ya yöneldi. Kenya ve Somali üzerinde yoğunlaşan bu ilginin, özellikle Kızıldeniz’e kadar uzanan alanda bir etkinlik arayışı olduğu çok açık.
Yukarıdaki tabloyla baktığımızda Afrika üzerinde bir İran-İsrail rekabetinden söz etmek herhalde şaşırtıcı olmaz. Bu da yakın coğrafyamızda yaşanan ateş çemberinin bir benzerinin bu kıtaya ihracı anlamına geliyor.
İşte Türkiye’nin Afrika ilgisini ve stratejik hedeflerini tam da bu denklemde okumak gerekiyor. Bu tehlikeli çatışmanın ortasında Türkiye, çok hızlı mesafe alabileceği geniş bir alanda etkinlik arıyor.
Başbakan Erdoğan’ın gezisine böyle bir giriş yapmış olalım ve Perşembe günü Türkiye’nin Afrika stratejisini ele alalım.