Peygamberimizin (S.A.V) buyurduğu gibi "Müslümanların dertleriyle dertlenmeyen onlardan değildir". Müslümanların dertleriyle dertlenmek bir zorunluluk ise sevinçleriyle sevinmek de bir zorunluluktur. On yıllardır dünyadaki bütün Müslümanların olduğu gibi Suriyeli Müslümanların derdiyle de dertlendik, gördükleri zulümler karşısında elimizden dua etmekten başka bir şeyin gelmemesinden dolayı kahrolduk. Gözyaşı döktük. Bugünlerde ise dünya genelinde, özellikle Gazze'de Müslümanlar hala tahammülfersa zulümler altında inim inim inlerken, Suriyeli Müslümanları sevindiren bir değişiklik oldu. Hepinizin bildiği gibi rejim yıkıldı. Buna sevinmemek mümkün mü? Ülkemize sığınmak zorunda kalan ve vicdan yoksunu ahlaksız ırkçıların hakaretlerine maruz kalan, aşağılanan, en ağır şartlarda çalışıp yaşamak zorunda kalan Suriyeli muhacirlerin coşkusuna, sevincine katılmayacak bir vicdan sahibi olabilir mi?
Bunu belirttikten sonra, pazar günkü yazımızın sonunda üzerinde duracağımızı belirttiğimiz "Afganlaşma" meselesine gelelim. Bu arada belirtmek gerekir ki, bu ifadeyi, Afgan cihadını, dökülen kanları, verilen kurbanları ve elde edilen başarıları küçümsemek, itibarsızlaştırmak anlamında kullanmıyorum. Bütün bunlarda elimizin bir katkısı olmasa da gözyaşlarıyla ıslanan dualarımızın payı var.
İşbu "Afganlaşma" ifadesi, ilk olarak Müslüman camianın kaçkınları tarafından, seküler Kemalist taifenin de lojistik desteğiyle radikalleşme, katı şeriatçılık, hoşgörüsüzlük, dinsel bağnazlık, ötekine düşmanlık, çağdışılık anlamında kullanılmaya başladı. Örnek olarak da Afgan mücahitlerinin kimi tutumlarını bağlamından kopararak gözlerimize sokuyorlardı.
Ardından Afgan mücahit gruplarının Sovyet işgaline son verdikten sonra, aralarında birlik sağlayamayıp çatışmaya başlamaları pratiğinin sembolü bir kavram olarak çıktı karşımıza. Mesela Libya'da, Sudan'da, Yemen'de ve başka ülkelerde rejimlere yönelik itirazlarını yükselten Müslümanların pratiğini gözden düşürmek için kullanılır oldu Afganlaşma. Allah için kast edilen gruplar da bu konuda ellerinden geleni yaptılar, hala yapıyorlar. Afganistan'da Müslüman gruplar arasında bu çatışmalı süreç devam ederken, önceki süreçlerde adları pek geçmeyen bir grup olan Taliban birden sahneye çıktı ve iktidarı ele geçirdi. Amerika ve batılı ülkeler onları bahane ederek işgallerini sürdürdüler doğal olarak. Ayrıca Afgan halkı da Sovyet işgaline karşı yıllarca mücadele veren ve ülkelerini Sovyet işgalinden kurtaran karizmatik İslami grupları yedirmedi ve bildiğiniz olayların akışı içinde Taliban'ın birinci hakimiyet dönemi sona erdi. Ne var ki sözü edilen karizmatik mücahit grupları olanlardan ders çıkarmamış olacaklar ki bir araya gelemediler, aralarında uzlaşarak bir yönetim kurmayı başaramadılar. Üstelik ülkenin Amerika tarafından işgal edilmesinin zeminini, bahanesini ürettiler. Amerikan işgali ve iç çatışmalar devam ederken, bir sabah Taliban'ın ikinci hakimiyet dönemine uyandık. Çok kolay olmuştu ve Afgan halkı da bu sefer geçmiş mücadelenin hatırına diğer mücahit grupları kollayan bir tavır takınmadı. Çünkü umduğunu bulamamıştı onlarda ve Taliban'ın yönetimine bu sefer itiraz etmedi. Afgan halkı iç savaş yorgunuydu. Allah için söylemek gerekir, Taliban da birinci hakimiyet dönemindeki yanlışlıkları yapmıyor, hoyratça tutumlar sergilemiyor.
Suriye'deki gelişmeleri izlediğimiz zaman, benzeri bir sürecin yaşandığını açıkça görüyoruz. Arap baharı ile birlikte Suriye'de de gösteriler başladı ve malum olduğu üzere rejim göstericilerin üzerine şiddetle gitti. Çeşitli silahlı gruplar oluştu, önceden var olanların yanında, el-Kaide, Daiş, el-Nusra, HTŞ ve ÖSO gibi. Bunları ve daha başkaları hem rejimle hem de kendi aralarında çatışmaya başladılar. Dolayısıyla bir bakıma Afganlaşma sendromu tekrarlanıyordu. Milyonlarca Suriyeli Türkiye, Lübnan, Irak, Ürdün gibi komşu ülkelere sığınmak zorunda kaldı. Binlercesi Avrupa'ya gitmek için Akdeniz'de sulara gömüldü. Tam bir trajediydi. İşgal ve iç savaş yüzünden İran'a, Pakistan'a sığınan Afganları hatırlatan bir manzaraydı. Sığınmacılık da bir tür Afganlaşmaydı anlayacağınız.
Geçen hafta, bir sabah ansızın HTŞ adlı grubun, Halep, Hama gibi belli başlı şehirleri almaya başladığına dair haberlerle uyandık ve en sonunda Şam'ı da alarak Beşşar Esad rejimine son verdiler. Bu kadar kolay ve hızlı olması, Taliban'ın Afganistan'da ikinci kez iktidara gelmesine benziyordu. Bu sefer sevinme sırası, iç savaş yorgunu Suriye halkındaydı.
Pazar günkü yazının sonunda "Afganlaşma"yı ele alacağımı okuyan dostum aradı, "Orta doğuda bütün gelişmelerin tek elden çıkmış gibi birbirinin aynısı olduğunu unutma ve halkın dışında başka kimlerin sevindiğine bak" dedi. Aldı mı beni bir merak!