20. yüzyıl, insanın mesuliyet ile malûl olduğu bir dönemdi. Şimdilerde ise geçen asrın ertelenmiş sorunlarıyla yüzleşmekten, mesuliyetten kaçan bir insanlıkla karşı karşıyayız.
Bölgemizde yaşanan sorunlar ayrı ayrı birer dosya gibi karşımıza çıksa da aslında bir klasörün bölümlerini oluşturuyor. Karadeniz, Doğu Akdeniz, Suriye ve Afganistan dosyaları masamızın üstünde ve birbiriyle ilişkili. Bu dosyaların yanında Filistin, İran ve Körfez'e dair meseleler de bizi içine çeken başlıklar.
Afganistan'da bugüne dek yaşananları bilmekle birlikte, gelecekte olacakları öngörmek için ise henüz çok erken. Ancak bildiğimiz bir şey var ki burada iç çatışma devam edecek ve kaos bitmeyecek. Yeni Taliban ve içerisindeki unsurlar dünya sistemine uyum sağlayacak mı bir tartışma konusu. Tarihi seyirde Türk şehirlerinin varlık gösterdiği bu coğrafyada Özbek ve Türkmen nüfusun ayakta kalması Türkistan coğrafyasının gelecekteki önemi bakımından dikkatimizi bölgeye çekiyor.
Kısa vadede Çin, Kuşak-Yol projesi için İran'dan sonra Taliban'la da anlaşmış ve koridorun en çetin kısmında alt yapı anlaşmalarını sağlama almış görünüyor. Rusya, Türkistan bölgesinde askeri tahkimatını meşrulaştırarak varlığını/muhafızlığını tescillemiş durumda. İran ve Pakistan'ın Afganistan üzerinde artan nüfuzu kısa vadede dikkati çekmekte. Kimi Körfez liderlerince güvenilmez bir partner olarak tanımlanan ABD ise ilk bakışta beceriksizlikle suçlanmakta. Oysa Afgan göçünü bir kaldıraç olarak kullanarak göç yolundaki ülkelerde siyasal kırılmaları hedefleyen Vaşington, bu adımıyla Türkiye kamuoyunda hafife alamayacağımız bir muhalif kıpırdanmaya sebep olmakta.
Vaşington'un Pekin-Londra küresel ticaret koridorunu terk edip tek parça bir Afganistan'a müsaade edeceğini düşünmek iyimserlik olacaktır. Taliban'ın içindeki farklı eğilimler, DEAŞ'ın bölgedeki varlığı ve yerel dinamiklerin Taliban'a direnci takip edeceğimiz gelişmeler arasında. ABD liderliğindeki koalisyonun bölgeye yeniden dönmek için 'haklı' gerekçelere ihtiyacı olduğunu da göz ardı etmemeliyiz.
Geçtiğimiz yıllarda Suriye'de sıkışan DEAŞ'ın iki rotada varlık gösterebileceğini öngörüyorduk. Ukrayna ve Afganistan rotaları çatışmanın bölgesel olduğu kadar küresel boyutunu da bize göstermekteydi. Dahası, Haziran'da Brüksel'de gerçekleşen 2021 NATO Liderler Zirvesinin karar metninde Pekin, 8 başlıkta stratejik takibe alınmış ve Rusya'nın ardından "potansiyel tehdit" olduğu vurgusu yapılmıştı. Kuşak-Yol projesi ile küresel ticaretteki payını artırmaya çalışan Pekin'e bu süreçte Moskova'nın bölgesel nüfuz ve caydırıcı sert güç desteği vereceği biliniyor.
Türkiye kamuoyu Taliban'ı doğuran siyasal ve kültürel atmosfere yabancı olduğu için ne yazık ki tartışmayı kendi gerilim hatları üzerinden tanımlamaya devam ediyor. Oysa üretim ve tüketim aksında Afganistan nereye oturuyor, asıl sorulması gereken soru.
KAYGUSUZ ABDAL GELMİŞ DİLE
Siyaset meydanı kızıştıkça fevri çıkışlar yapan çiğ politikacılar bana Kaygusuz Abdal'ı hatırlatır.
Bugünlerde aklıma Alâiye Tekkesinin ahengine uymayan ve pişmesi imkânsız olan meşhur "kaz" geldi. "Kaz"dan kasıt birinin zorla derviş yapılmaya çalışılması yahut bir vazifeye ısrarla talip olmasıdır.
15. yüzyılın en güzel seslerinden biri olan Kaygusuz Abdal'ın tekkesine bir kadın oğlunu getirir ki adam olsun. Kaygusuz Abdal uğraşır didinir; ancak "kaz" ile sembolize ettiği bu derviş adayı bir türlü kaynamaz pişmez. Tekkenin bütün abdalları gayret eder, çırpınır. Lakin bu "kaz"ın cinsi pek serttir, huyu suyu da görülmemiş türdendir.
Kaygusuz Abdal'ın en sonunda ümitleri tükenir ve şiirin son kısmında bir türlü pişmeyen "kaz" yüzünden "kaldırıp postu gidelim" der. Şiirin iklimine dalanlar ve anlayanlar için en veciz kısmı da burasıdır.
Bir kaz aldım ben karıdan
Boynu da uzun borudan
Kırk abdal kanın kurutan
Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz.
...
Kaz değilmiş be bu azmış
Kırk yıl Kaf dağını gezmiş
Kanadın kuyruğun düzmüş
Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz.
...
Kaygusuz Abdal nidelim
Ahd ile vefa güdelim
Kaldırıp postu gidelim
Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz.
BİR ÜSKÜDAR HANIMEFENDİSİ İNCİ ÇAYIRLI
Klasik Türk müziğinin nadide sesi İnci Çayırlı'nın vefat haberi bir dönemin kapandığını hatırlattı bana. Yakın zamanda Dr. Murat Derin'in kaleme aldığı biyografisini okumuş ve çeyrek asır dinlediğim İnci Hanım'ı daha yakından tanıma fırsatı bulmuştum. Malumunuz musıkîde üslûp ve tavır her icracıda mükemmele ulaşmaz. İnci Hanım eserini okuduğu bestekârın üslubunu korurken kendine has tavrıyla icra eder ve dinleyicinin kalbine nakşederdi. Üsküdar'ın İnci'sine rahmet diliyorum.