Sel ya da su taşkını olanı tarife yetmiyor. Kastamonu ve Sinop illerimizin Bozkurt ve Ayancık ilçelerinde ve köylerinde sel değil birer küçük kıyamet yaşanmış. Tarif etmesi çok zor, üstesinden gelmesi de...
Muğla ve Marmaris'teki yangınlar daha yeni kontrol altına alınmıştı, az ekranlardan beri gelecektik ki Batı Karadeniz'i vuran sel felaketi ile milletçe yeni bir sınanma ile karşı karşıya kaldık. Ülkemizin neresinde bir sorun, doğal afet, sıkıntı, darlık olsa bu hepimizin derdidir. Nitekim zor zamanlarda en yüksek dayanışmayı sergilemek gibi güzel bir özelliğimiz var. Maddi kayıpların hepsi telafi olacak inşallah ama yiten canlar için yapabileceğimiz bir şey yok. Allah'tan geldik, Allah'a gideceğiz.
Son üç gün boyunca afetin en çok vurduğu yerler başta olmak üzere etkilediği tüm ilçeleri ziyaret ettik. Sinop'un Ayancık ilçesinde sanayi bölgesi tamamen kullanılamaz hale gelmiş. Babaçay kötündeki 40 hane olduğu gibi sele karışmış. Sinop'taki ölümlerin tamamı bu köyden zaten.
Kastamonu'nun Bozkurt ilçesi ise anlatılacak gibi değil. Ekrana yansıyan fotoğraflar, inanın orada ne yaşandığını hakkıyla anlatamıyor. Bunun bir sel değil küçük bir kıyamet olduğunu anlamak için, o gece insanların can verdikleri dükkanlarının içine girmeniz, suyun nasıl canavarlaştığını anlamak için evlerin ikinci katına çıkan arabaları görmeniz gerek.
Acının şiddetini hissedebilmeniz için bir mezar yeri için dua eden kadınların kısık sesli yakarışlarını işitmeniz gerek.
Yine de hepsi boş, hiçbir şey yetmez ne anlamaya ne anlatmaya... Ama insan anlamak istiyor yine de, afetin kıyametleştiği bu olayı anlatmak istiyor... Öyle güçlü kavrıyor ki insanı, selin ölüne kattığı koca kayalar, kökünden söküp aldığı ağaçlar, sağa sola fırlattığı arabalar gibi, etkisinden kurtulamıyorsunuz; kurtulamadığınız için de anlatmak istiyorsunuz. Anlatırsanız belki kurtulursunuz!
Daha küçük bir çocukken kendi memleketimde Kastamonu ve Sinop'ta yaşananın küçük, küçücük bir cüzünü yaşamıştım. Köyümüzde bir sel ve heyelan gerçekleşmişti ve üç can, toprağa karışarak ölmüştü. O gece elektrik fenerleri ile köylüler sabaha kadar ölülerini aramış, nihayet bulmuş ve afetin üzerine doğan günle birlikte gece derenin nasıl bir canavara dönüştüğünü daha iyi görmüştük.
Bir çocukluk travması olarak kaldı o gece bende. Belki de selin meydana getirdiği maddi tahribat giderilemediği için. Yıkılan yerler hızlıca onarılamadığı için.
Hayatın anlamı öyle bir çekip gitmişti ki aramızdan, yaz sonu gelip de İstanbul'a döndüğümüzde hala onu arıyordum fakat hayat anlamsızlığını koruyordu.
O zamanlar tabii ki ne bir psiko-destek ekibi vardı, ne de yıkılan yerleri ertesi günü düzeltmeye gelen bir devlet. Üç kişinin öldüğü sadece bir köyün etkilendiği bir afetin bile yaralarını sarmak bir yılı almıştı.
Kastamonu ve Sinop'ta metrekareye düşen yağmur miktarı daha önce yapılmış hiçbir ihtimal hesabına dahi alınmamış, o kadar olmayacak bir şey olmuş yani.
Çok büyük bir yüzölçümüne dağılmış 8-9 ilçe ve 200 köyü zarar gördüğü ve çok fazla can kaybının olduğu elim bir hadise...
Acı ve felaket kadar tarifi zor bir şey daha sahadaki inanılmaz dayanışma...
Tüm Türkiye'den gönüllülerin geldiği, il ve ilçe belediyelerinin iş makineleri ile temizlik yaptığı, bakanlık ve kurumlarının koordinasyonunda özveriyle çalışan büyük bir ekip var burada.
Hangi gözü yaşlıya dokunsanız önce yaşını siliyor ve sonra devletin tüm kurumlarıyla ve bakanlarıyla yanlarında olmasından dolayı şükranlarını sunuyor. İnsanlar nasıl teşekkür edeceklerini bilemiyor, dilleri duadan başka bir şeye gitmiyor.