Adnan Oktar, 80'lerde Nazlı Ilıcak'ın eleştirel yazılarıyla ilk kez kamuoyu gündemine girdiğinde, herkes çok şaşırmıştı. 12 Eylül darbesinden sonra ortaya çıkmış ve o güne kadar varolan klasik cemaatlere benzemeyen bir gruptu. Kolejli-üniversiteli zengin gençleri etrafında topluyordu. Kitapları vardı, Yahudilik Masonluk hakkında. Necip Fazıl düşünsel aksiyon hattında büyümüş gençler için bu kitaplarda yazılanlar, adeta bir cep fasikülü gibiydi, kabul görmesi uzun sürmemişti... Ardından hapse girip çıkması da İslami kesimde hep, sahip çıkılan bir mağduriyet resmi çizmişti.
90'lardaki ikinci evrede Darwinizm karşıtı bir sivil toplum örgütü görünümündeydiler; Bilim Araştırma Vakfı. Parlak kuşe baskılarla, güçlü resimlerle kitap koleksiyonları özellikle ilkokul-lise çocuklarını çok ilgilendiriyor, hayvanlar alemi hakkında yaptıkları cazip video, kaset, CD'ler çok ilgi görüyordu. Gülay Pınarbaşı, mankenliği bırakmış, tesettüre girmiş, gazetelerde imani meselelerde yazan bir kalem haline dönüşmüştü. Refah Partisi günlerinde bizleri de ziyarete gelmişti. Adnan Oktar'ın çevresi olarak neler yaptıklarını sorduğumda Bediüzzaman'ın Risalelerini okuyoruz demişti, çok kibardı ve namaz vakitlerine çok hassastı. Kendi içlerine kapalı, zenginlerin buluştuğu bir gruptu, ilk sosyalleşmeleri yayıncılık ve medya üzerinden gerçekleşti...
90'ların sonuna doğru kriminal vakaları ortaya çıkmaya başladı. Manken Ebru Şimşek'in bu grup hakkındaki feryatları dün gibi aklımızda, o günlerde kadın gazetecilerden Canan Ceylan, Ebru'ya hak veriyordu. Canan Hanım da eski bir mankendi ve İslami dönüşüm yaşamış, hayatını değiştirmişti. Ama Adnan Oktar çevresinin lüks ve gizemli yaşamlarını renkli bir maske olarak yorumluyordu, dönüşüm iddialarını sahici bulmuyordu.
2000'lerde bambaşka bir şey oldu. Televizyonlardaki halleri artık akla hayale gelmez raddelerdeydi. Delilik, saçma sapanlık faciasıydılar, kabus gibiydiler. Oktar galiba mason da çıkmıştı. Kadınları cinsel birer meta olarak köle etmiş bir haz bezirganının mason olup olmadığı umurumuzda değildi.
***
Ama son soruşturma kapsamında kamuya zikredilen suçlamalar çok daha şaşırtıcıydı, işin içinde casusluk, askeri istihbarat, küçük çocukların istismarı gibi can alıcı mevzular vardı. Sarsıcıydı... Haklarında dermeyan edilen suçlamalara bakınca, niçin bu kadar gecikildiğini soruyor insan. Bu soru çok haklı bir sorudur. Devlet, niçin bu kadar gecikti...
İkinci soru ise İslami camiaya; Ehli Sünnet düşünce ve fıkıhla yaşantısını sürdüren İslami gruplar niçin şimdiye kadar bir eleştiri çıkaramamışlardır. Niçin emri bil maruf nehyi anil münker görevimizi hakkıyla ifa edemiyoruz... Kontrolü sadece polisten devletten bekliyoruz. Oysa toplumsal dayanışma emri bize birbirimizi uyarma görevi de yüklemiyor mu...
***
FETÖ'den sonra Adnan Oktar grubu da tartışma konforunun; ‘cemaat’ kavramının itibarsızlaştırılması üzerinden kurulmasına sebebiyet verdi. Oysa geleneğimizdeki ‘cemaat’lerin, kültürel silsile ile yerleşmiş kaideleri ve hem kendilerini hem de diğer cemaatleri kontrol dinamikleri mevcuttur. Toplumun ehli sünnet dediğimiz günlük yaşam fıkhını kuran, güzel ahlakın hayat içindeki tatbikatını sergileyen sivil yapılardır cemaatler... Dini cemaatler evet kendilerine çeki düzen vermeliler özellikle siyasetle ve ticaretle olan ilişkilerinde. Doğru... Ama dini cemaatlerin hepsini birden düşmanlaştırmak, bizi ‘güzel örnek’siz hale de getirebilir. Maazallah!