Helenistik tiyatro, Athena Tapınağı, Kibele Tapınağı, Pers Anıt Mezarı... Bir de taş evleri var ki sırf onları görmek için bile gidilir Foça’ya. Adını Eski Yunan’da ‘phoka’ olarak bilinen Akdeniz foklarından alan ilçeye gitmek için yazı beklemeyin çünkü en keyifli zamanı şimdi!
“PhokaIa antik kentinin görkemli tarihi mirasını üstlenip bugünlere taşıyan Foça, denizciler yurdu olmanın yanı sıra bereketli Gediz Deltası’nın bütün nimetleriyle beslenmiş kıyılarındaki balık çeşitliliği, üzüm bağları, doğal bitki örtüsü, zeytinlik ve mersinlikleriyle tanrıların kutsadığı güneşli bir yeryüzü cennetidir” diyor sevgili Nurdan Çakır Tezgin, Foça Mutfağı adlı kitabının girişinde. Ona katılmamak ne mümkün! Foça’nın suyundan içip sahilinde yürüyüp sokak aralarındaki taş evlerin serinliğinden sebeplenip lezzetleriyle kendinden geçmiş birinin Foça ile sağlam bir bağ kurmaması mümkün değil. Bir kere dahi gitseniz, aşka düşüveriyorsunuz. Hele de Foça’da yaşama şansına eriştiyseniz o zaman Nurdan gibi zengin mutfağına, denizinin armağanlarına ve güzel insanlarına övgüler düzmeye başlıyorsunuz tabii. (Bu kitaptan edinmek isterseniz Foça Belediyesi’ni arayabilirsiniz.)
Birkaç gündür elimde Foça Mutfağı kitabı, bir yandan okuyor, bir yandan da geçen baharki Foça ziyaretimizi düşünüp duruyorum. Henüz yemyeşildi doğa, turizm mevsimi açılmamıştı, balıkçıların, kedilerin ve Foçalıların mevsimiydi. Sahil kasabalarının en sevdiğim mevsimidir bahar çünkü gerçek yüzlerini ancak yaz mevsiminden önce görebilirsiniz. Hoş, yaz bittikten sonra da gidilir ya, o zaman bir yorgunluk olur herkesin yüzünde. O sezona başlanan dönemdeki heyecan, telaş, çalışkanlık yerini bitkinliğe, bıkkınlığa, ‘yeter gari’ duygusuna bırakır.
EN ESKİ TİYATROMUZ
Kısaca tarihinden başlamalı derim. Foça’nın kuruluş tarihi M.Ö. 11’inci yüzyıl. Kuranlar Aiollar. Zamanın önemli İyonya yerleşimlerinden olan Phokaia’nın denize aşık bir halkı var. Mühendislikte de çok ileri olan Phokaialılar sadece Ege’de değil, Akdeniz ve Karadeniz’de de koloni kurmuş. Binlerce yıldır nice medeniyete evsahipliği ettiğinden önemli bir arkeolojik merkez olan Foça’ya yolunuz düşerse Anadolu’nun en eski tiyatrolarından olan Helenistik tiyatroyu, Athena Tapınağı’nı, Kibele Açıkhava Tapınağı’nı, Pers Anıt Mezarı’nı görebilirsiniz. Anadolu’da bulunan az sayıda Pers yapısından biri olduğu için önemli bu anıt. 1538-39 yıllarında Kanuni Sultan Süleyman döneminde onarım gören Beşkapılar, 1980’lerden itibaren yapılan restorasyon çalışmalarıyla sağlamlaştırılmış, ziyaretçilerini dimdik karşılıyor.
Yıkılmaya yüz tutmuş olsa da merkeze giderken sol tarafta rastlayacağınız yel değirmenlerinin görüntüsü Foça’ya dair zihnimde yer eden önemli görüntülerden. Bir de tabii taş evleri var Foça’nın. Birçoğu restore edilip eski güzelliğine kavuşturulmuş olsa da kimi hala yıkık dökük olan evlerden birinin hikayesini seviyorum. Foça’yı mesken edinmiş gazeteci Seyfi Gül sayesinde öğrendik bu hikayeyi ve onu yaratan iki güzel insanı, Suzan ve Aydın Gökmen’i tanıyıp nefis lezzetlerinden tatma şansı bulduk. Uzun yıllar Almanya’da çalışıp Türkiye’ye döndüklerinde Foça’da yaşamaya karar veren Gökmen çifti o zaman ahır olarak kullanılan, çökmüş bir taş yapıyı satın alarak restorasyon çalışmasına başlamış. Bölge sit alanı olduğu için ruhsat alımından projelendirmeye çok ciddi sorunlar yaşasalar yılmamışlar. Bugün Lavinya adında sadece üç odası olan bir butik otele dönüşen yapının eski fotoğraflarını gördüğünüzde değişime inanamıyorsunuz. Aydın Bey müthiş bir aşçı. Rezervasyon yaptırmak kaydıyla kahvaltı, çay saati veya akşam yemeğinde bu huzurlu bahçenin tadını çıkarabiliyorsunuz.
Foça, sayıları hızla azalan Akdeniz foklarının son yaşam alanlarından biri. Eski dönemlerde yağı ve derisi kullanıldığından ekonomik değeri olan bu sevimli hayvanların deniz tanrısı Poseidon ve güneş tanrısı Apollon’un koruması altında olduğuna inanılırmış. Foça Antik Kenti’nde yapılan kazılarda fok figürlü sikkelere rastlanması Akdeniz fokunun antik dönemde de ne kadar önemli olduğunun bir ifadesi. Eski Yunan’da “phoka” adıyla bilinen fokların Foça’nın da isim annesi olduğu söyleniyor.
NAZMİ USTA’DAKİ KUYRUKTAN KORKMAYIN
FOÇA’DA ne yiyelim? Bir kere Foça’ya gelmeden, Yeni Bağarası Köyü’ndeki gözlemeci Emine Bacı’ya uğramalı. Karışık otlar, tulum peyniri ve mantarlı gözlemesini tadın ama tahin helvalısını da unutmayın. Emine Bacı öyle tatlı dilli ki müdavimleri gözlemelerine de sohbetine de bayılıyor. Ev yemeklerini seviyorsanız merkezdeki Çarşı Lokantası tam size göre. Balık lokantaları arasında birinin yeri ayrı. Sadık Başyiğit’in restoranı Fokai’de Foça kıyılarında tutulan balıkların en güzel şekilde pişirilmiş hali sunuluyor. Yemekten sonra sahilde dondurmacı Nazmi Usta’ya selam edin ve o muhteşem dondurmasının tadına bakın. Mandalinalısı, sakızlısı, antepfıstıklısı... Hepsi bir başka lezzetli. Kuyruk gözünüzü korkutmasın, o dondurma için beklemeye değer!
HAPİSHANEDE YOĞURT ÜRETİYORLAR
HER hafta pazar günü Foça’da bir başka telaş yaşanıyor. Masalar kuruluyor, pötikareli örtüler örtülüp üzerine el emeği göz nuru ürünler diziliyor. Neler yok ki... Doğada toplanmış otlar, tazecik sebze meyve, zeytin, zeytinyağı, reçeller, turşular, ev yapımı ekmekler, oracıkta çekilen bulgur... Foça Belediyesi ve Slow Food Zeytindalı Konviviyumu’nun katkılarıyla kurulan yerel pazar, Slow Food kapsamında kurulan Yeryüzü Pazarları’nın Türkiye’deki tek temsilcisi. Pazarda tattığım her şey muhteşem, satıcılar güleryüzlü ancak Foça Karası üzümünü yeniden literatürümüze sokan Volkan Sucukcu’nun “Siz mutlaka seversiniz” diyerek tattırdığı bir yoğurt vardı ki bahsetmeden geçemeyeceğim. Pazarın yakınındaki Foça Hapishanesi’nin üretimi olan yoğurt son yıllarda tattığım en özel yoğurttu.