İyi oynamanın ve hatta maçta galip gelmenin bile sonuca yetmediği, Avrupa Ligi’nden dramatik elenişin; travmatik sonuçlarının olması normaldir. Ama Beşiktaş; hüzünlü sürecin ezikliğini/burukluğunu/etkisini yaşamadan Adana karşısına çıktığı için, bu kabullenmişin getirdiği sakinlik içindeydi. Ama bu sakinlik, ölçüyü kaçıracak kadar rahat olmayı gerektirmez... Çabuk attığı gole çabuk karşılık görmesi; biraz da lig sonuncusu rakibi hafi fe almanın cezasıydı. Hem de uyarısıydı.
Zaten yedikleri golün sonrasında, benzer bir gevşekliği sürdürmenin neye malolabileceği anlaşıldığı için; oyun ciddiyeti bir anda işlerlik kazandı. Ama Adana buna rağmen zorlamaya devam ediyordu. Yani maçta kolay bir 3 puan havası hiç yoktu.
Belki Adana olağan dışı pozisyonlar üretemiyordu ama; yapmaya çalıştıklarıyla bile, Beşiktaş’ın canını fena halde sıkıyordu.
***
İlk yarıdan dersini alan siyah-beyazlılar; ikinci yarıya daha akıllanmış, daha derlenip-toparlanmış ve daha tempo yüklenmiş olarak çıktı. Talisca da “Aynen öyle oldu” der gibi, durumu onaylayan (Hatta belgeleyen) golünü attı. Fakat işin tuhafı; oyunun bu noktaya gelişinden sonra bile, Adana’nın (Ne açık ne kapalı) temiz/dürüst/centilmen futbolunun sevimli havası devam etti. Üstelik gole, golle cevap vermeyi sürdürdüler.
Siyah-beyazlılar nereye uğradığını şaşırdı. Sersemledi sendeledi. Konuk takım, hiç olmadığı kadar iyiydi. Üstelik bırakın sert oynamayı; ima yollu bakışlarla bile, rakibine yönelik herhangi bir olumsuzlukları olmadı.
Açık ve net olarak söyleyeyim... Ben Beşiktaş’tan çok Adana’yı beğendim.
Ev sahibini, 3 puanı için kutlarız ama; maçın hakkı beraberlikti.