Birisi "inanç değerlerine" meydan okur, diğeri bel altı ve kaba ifadelerle güya "mizah" yapar, bir başkası "Allah ile istihza etmeyi" meziyet sanır, öteki ise "Bi ağzını diktir de git abi!" gibi tuhaf şarkılarla popülarite avındadır.
Hepsini ortak bir paydada birleştiren şey ise, genç dimağları kendi bayağı içerikleriyle oyalayıp toplumsal değerlerimizi hiçe saymalarıdır.
Bu kervanın yol göstereni de Acun Ilıcalı...
Milyonlar, reyting hırsı adına, "çatışma, dedikodu, cinsel gönderme, küfürlü espri" gibi unsurlarla bezenmiş yapımların peşine taktırılıyor!
Ve sormak zorunda hissediyorum: Acun Ilıcalı, Turabi, Aleyna Tilki, Hasan Can Kaya gibi şahısları kitlelerin huzuruna çıkarmakla mutlu musun?
En azından temel seviyede "inançlı" olduğunu beyan ettiğin bilinirken, bu isimlerin topluluk önünde sergilediği hâller karşısında vicdanın sızlıyor mu? Ahirette bu veballe karşılaşacağını düşünüyor musun?
İbn Haldun'a atfedilen "Coğrafya kaderdir" sözü dilimize pelesenk olmuşsa da göz ardı ettiğimiz asıl husus, bir toplumun ruhunu temelde biçimlendiren unsurun 'sosyoloji' olduğudur.
Zira bir toplumun kültürü, inanç sistemi, ahlaki kaideleri... bunların hepsi sosyolojik etmenlerdir.
Tarihte topluca helake uğramış kavimler incelendiğinde, benzer bir noktaya varılır: Ahlak kuralları devre dışı kalır, doğruluk ve hakikat değersizleşir, sapkınlık "normal" kabul edilir. Ve "helak" gelip kapıyı çalar.
"Bir toplum kendisini değiştirmedikçe, o toplumu değiştirmeyiz."
"Eğer bir toplum, kötülükte ısrar ederek kendini ıslah etmezse, Biz onların yerine bir başka topluluk getiririz." gibi ilahi beyanlar, net bir uyarı taşır!
Bu uyarı, toplumsal sosyolojide iyileşme gerçekleşmezse sonucun mutlak olduğunun habercisidir.
Öyleyse bir milletin sonunu getirebilecek en büyük tahrip gücü, onun kendi bozulmuş sosyolojik yapısından neşet eder.
Parlak ışıklar, reyting sevdası, "eğlence" perdesi altında faziletleri ayaklar altına alma alışkanlığı... Bunlar, bir ulusun istikbalini tehdit etmeye ziyadesiyle kâfi gelir.
Ve "Kültür Endüstrisi" sahne alır; içi boş figürleri ve sansasyon yüklü programları birer paket hâlinde geniş kitlelere pazarlayarak toplumun hafızasını şekillendirir. Müzik, televizyon, YouTube, çevrimiçi platformlar...
Ahlaki endişe mi? O artık "reyting kazandırmıyor" diye bir kenara atılmıştır!
Anomi zirveye varır; küfür, cinsiyetçi hakaretler ve kaba dil, "eğlencenin" olağan bir parçası gibi sunulur.
Sosyologların "Ahlaki Panik" teorisi şu anki vaziyetimize işaret eder: Bir kesim "Bu gidiş nereye varacak?" diye feveran ederken, başkaları "Bırakın canım, bu özgürlüğün gereği!" diyerek belirsiz bir rüzgâra kendini kaptırır.
Bu ayrışma da toplumu ortadan ikiye böler.
Bauman'ın "Akışkan Modernlik" zamanını yaşıyoruz!
Ve bu şahıslar toplumun belleğine "Eğlence insanları" diye kazınıyorlar ama gerçekte, toplumun sosyolojik dokusuna darbe vuran figürler olarak işlev görüyorlar.
Tarihte bahsi geçen helak olmuş kavimlerin de ekonomisi canlı, eğlencesi bol, keyfi yerindeydi. Ama sonları hep felaket oldu.
Çünkü toplumsal ahlak ve inanç bitmişti.
Allah'la alay etme cüretinin bile "normal" addedildiği toplumlarda, hiçbir kudret "Bir dakika, nereye gidiyoruz?" diyemedi.
Günümüzde de bizi aynı tehlike bekliyor! Yarın hangi yüzle "Bu hâle nasıl düştük?" diye hayıflanacağız?
Bir toplum kendi değerlerine, ahlakına sahip çıkmaz, yozlaşmaya direnmezse, coğrafyası ne denli münbit olursa olsun, akıbeti helaktir.
Tarih, ahlaksızlığı meşrulaştıran toplulukların hazin sonlarıyla doludur. Eğer aynı güzergâhta ilerlemekte kararlıysak, buyurun devam edelim.
Ve fakat: "Bir toplum kendini değiştirmedikçe, Allah da onu değiştirmez!" bilelim.
Yerimize bambaşka bir topluluk getirilir; "Acun Ilıcalı, mutlu musun?" sorusunun da cevabının da bir hükmü kalmaz; tarih bizden geriye sadece ibret sahneleri bırakır.