Açlık grevi daha çok mahkûmlar tarafından tercih edilen bir protesto şeklidir. Çünkü hapishanedeki mahkûmların dikkat çekebilmek için yürüyüş yapmak veya miting yapmak gibi şansları yoktur, onlar da yaşamlarını ortaya koyarak dikkatleri kendi sorunlarına çekmeye çalışırlar.
Ancak açlık grevinde mahkûmlar her şeyi talep edemezler. Örneğin hırsızlıktan dolayı 10 yıl ceza almış bir mahkûm derhal serbest bırakılmasını isteyemez. Aynı şekilde hiç kimse ‘Türkiye yollarında trafik sorunu kalmayıncaya kadar’ açlık grevi yapacağını söyleyemez. Daha doğrusu söyler, ama bu talebi ciddiye alınmaz. Yani talepler çok genel olamaz ve cezanın ortadan kaldırılması şeklinde istenemez. Dünya örnekleri bu yola daha çok hapishane koşullarının iyileştirilmesi için başvurulduğu şeklindedir.
Niyet sorunu
PKK’lı mahkûmların açlık grevi, verdiğimiz örneklerdeki gibi hemen karşılanması imkânsız talepleri içeriyor. PKK’lılar diyor ki “Kürtçe eğitim başlasın”. Oysa ‘Kürtçe eğitim’ hem çok geniş bir kavramdır, yani bu kavramdan ne anlaşıldığı kişiden kişiye değişir, hem de kavramda anlaşsanız dahi uygulaması zaman alır. Aynı şekilde yargıda Kürtçe’nin kullanımı talebi de birkaç günde karşılanabilecek bir talep değildir. Nitekim Hükümet bu konudaki çalışmalarını açlık grevinden önce başlatmıştır ve geçtiğimiz hafta Bakanlar Kurulu anadilde savunma konusunda radikal bir adım atmıştır. Buna rağmen çıkıp da “hemen istiyorum, hemen” diyerek tutturmak, düzenleme yapılıncaya kadar açlık grevinin süreceğini söylemek iyi niyetle ve eylemin ruhuyla bağdaşır bir tavır değildir.
Son olarak Öcalan’a tecridin sona ermesi talebinin mahkûmun ziyaret edebilir olmasının ötesine geçtiği anlaşılıyor. Çünkü Adalet Bakanlığı ziyarette bir sorun olmadığını, buna karşın Öcalan’ın avukatlarıyla görüşmeyi reddettiğini söylüyor. Ancak dediğim gibi, mesele Öcalan’ın ziyaret edilebilir olmasından ziyade, Öcalan’ın ev hapsine çıkarılması, hatta oradan da tamamen serbest bırakılması ve takiben de tüm PKK’lıların salıverilmesidir. Böyle bir talep ise dünyanın hiçbir yerinde açlık grevlerine konu olamaz. Bir teröristin serbest bırakılması talebiyle açlık grevine gidilmesi dünyanın hiçbir ciddi ülkesinde ciddiye alınabilir bir talep değildir.
Talepler bir yana bu eylemin seslerini duyurmakta zorlanan mahkûmların bir eylemi olmadığı, tam aksine bir terör örgütünün emir-komuta zinciri içinde gerçekleştirdiği bir eylem olduğu açıktır. Yani eylem bir yönüyle terör eylemidir ve intihar saldırılarını andırmaktadır. Örgüt eylem için daha çok gözden çıkardığı kişileri seçmiştir. Zaten ölecek olan ya da ölmesinden dolayı hiç üzülmeyeceği kişilere açlık grevi yaptırmaktadır. Üzerinde 9 kg plastik patlayıcı ve 15 adet fünye ile 11 Ekim 2008 günü yakalanan canlı bomba Gönül Erdoğanbunlardan biridir.
Şovdan da ötesi
Açlık grevleri şovdan daha öte bir şeydir. Yaşananlar bir terör eylemidir. Eylem yapanlar tokken terörist idi, aç kalınca da bu özellikleri değişmiyor. Örgüt ise taleplerinin karşılanmasını değil, karşılanmamasını, eylemcilerin önemli bir kısmının ‘canlı bomba’ gibi ölmesini ya da yaralanmasını tercih etmektedir. Ne yazık ki ortada ne bir samimiyet vardır ne de gerçek talepler.
Eylemler nedeniyle bazı kesimlerin sadece devleti suçlaması, PKK’ya ve BDP’ye toz kondurmaması ise ayrı bir garabettir. Bu eleştirilerin bir kısmı geçmişte devlet ile yaşanan acı tecrübelerin ağır sonucudur. Dünün ceberut devletinden dili yananlar, bugün kanlı bir terör örgütünün kirli eylemlerini hak savunması olarak algılayabilmekte ve toplumu da yanıltabilmektedirler. Ama bundan ötesi iyi niyetle veya herhangi bir makul gerekçe ile açıklanamaz. Özellikle sessiz kalan Kürtçü aydın ve siyasiler kendilerine verilen emri çaresiz olarak yerine getiren insanlar için dahi seslerini çıkarmayarak Kürt Sorunu’nun hallinde tarih önünde çok büyük bir vebal altına girmektedirler.