İlgilileri buradan uyarmak isterim: Cezaevlerinde başlayan ‘açlık grevi’nin amacı, artık ölümlerin meydana gelmesidir. BDP’li vekillerin de greve katılması bunun işaret... Başlangıçta güdülen niyet farklı olabilir; ancak şimdilerde beklenenin, cezaevlerinden gelecek ‘ölüm’ haberi olduğuna inanıyorum...
‘Açlık grevi’ denilen eylem biçimi genellikle demokrasiyle yönetilmeyen ülkelerde uygulanır ve amacı belli bir konuda duyarsız davranan yetkililerin davranışları üzerine iç ve dış kamuoylarının dikkatini çekmektir. Zaten bu yüzden de eylemcilerin ölmesi amaçlanmaz, hayatta kalmalarına yetecek kadar su, şeker ve tuz alırlar.
Cezaevlerinde eylem başlatanların taleplerini biliyoruz. Kendilerinin sorunlarıyla ilgili değil talepleri; örgütün uygun gördüğü üç maddelik bir talepler listesi var. Abdullah Öcalan’ın tecritten çıkarılmasını, Kürtçe’nin savunmalarda kullanılmasını ve eğitim dili olmasını istiyorlar...
Sayelerinde bu taleplerden haberdar olduk; ancak eylemciler eylemlerini sürdürmekten vazgeçmediler...
Taleplerinin yerine gelmesini bekliyorlarsa, muhatapları tarafından bu yolda atılacak ve atılmakta olan adımların onların dayanıklılık sınırları içerisinde sonuçlanamayacağını bilmeleri gerekir. Kürtçe’nin savunma dili olması bir yasa işi, nitekim hükümet o yolda çalışmalarını sürdürüyor; ancak Kürtçe’nin anadil olması için anayasanın değişmesi şart... Anayasayı değiştirmek yalnızca hükümetin elinde değil; bunun için muhatapların iyi niyetine güvenmeleri gerekiyor.
İyi niyete güvenmeye yanaşmadıkları anlaşılıyor eylemcilerin...
Yine de bazı hatırlı şahsiyetlerin ‘arabuluculuk’ yapmalarıyla sağduyunun hakim olması ümidini taşıyabilirdik; ancak BDP’li siyasilerin son anda ‘açlık grevi’ne kendilerinin de katılmaya karar vermeleri işin boyutunu değiştiren bir özelliğe sahip.
BDP bu olayda kendisini ‘taraf’ haline dönüştürmemeliydi. Sonuçta ‘açlık grevi’ bitirilecekse BDP’nin de katkılarıyla bitirilecek. Ancak BDP’li siyasilerin de eyleme katılmasıyla bu parti eylemci —yani taraf— haline dönüşmüş oldu. Daha da kötüsü, BDP, bu haliyle, siyasi meşruiyetini de tehdit altına düşürdü.
Meşruiyetini anayasadan alır bütün siyasi partiler ve görevleri de yasalarla çizilir. Ne yaparsa yapsın, ne söylerse söylesin, bütün siyasi partiler, Anayasa Mahkemesi kendileri hakkında kapatma kararı vermedikçe, ülkedeki bütün hak ve özgürlüklerden istifade ederler. Varolan sorunların çözümü için çareler üretmek de siyasi partilerden beklenen bir görevdir.
Kendisini çözümünde katkı vermesi beklenen bir sorunda ‘eylemci’ haline dönüştürmüş bir parti nasıl çözüm üretebilir? ‘Eylemci’ olacak kadar yakın durduğu bir konuda BDP çözüm için görev almazsa o işi kim yapacak? BDP’li vekillerin eyleme soyunmasıyla ‘açlık grevi’ni sona erdirecek çözüm için umutlar ortadan kalkmış olmuyor mu?
Oluyor. “Artık ölüm haberlerini bekleyebiliriz” demem bu yüzden. Bugün olmazsa yarın...
Cezaevlerindeki gençleri eyleme sevk edenlerin bununla yalnızca bazı taleplerini duyurmayı amaçlamadıkları, esas amaçlarını yaşanacak ölümlerden sonraya sakladıklarını düşünmemiz için pek çok sebep var.
Esas amaçlarının ne olduğunu ölüm haberlerinden sonra öğreneceğiz anlaşılan...
Hükümet ve çocukları ölüme yatmış anne-babalar —tabii eylemciler de— bu gerçeği bilseler iyi olacak.