Öldürdüler ve öldürürler... 15 Temmuz gecesi kendi insanını, vatandaşını acımasızca katleden bu hain örgütün insaniyet çizgisini geçtiği çok açık.
Bu habis örgütün zombiye dönüştürdüğü insanlar acımadan herkesi öldürebilecek hastalıklı bir ruh haline sahipler.
Cunta darbesi başarılı olsaydı binlerce insan asılacak, yargısız infaza uğrayacak, belki yüzbinlerce insan cezaevlerine doldurulacaktı. Kurulacak ‘esaret rejimi’ büyük zulümlere imza atacaktı.
DEAŞ gibi dini istismar eden örgütler hiç çekinmeden masum insanları, Müslümanları öldürebiliyorlar. Bu anlayışın aynısı FETÖ için de geçerli. Onlar da imamlarının talimatıyla, kendi hakimiyetleri için her yolu mübah görebilirler, hiç acımadan katliamlar yapabilirler. Bu yüzden ‘terörist’ler...
Kardeş kardeşi, eş kocasını öldürebilir. Bir subayın abisi kardeşinin az önce öğle yemeğini birlikte yedikleri arkadaşı tarafından öldürüldüğünü söylüyor. Hiç şaşırtıcı değil. Bu habis anlayış normal gibi görünen insanları ölüm makinesine dönüştürebiliyor. Sorgu, sual, akıl, vicdan devre dışı kalıyor.
Milyonlarca insanı dinleyen, fişleyen, sicilini bozan, ekmeğiyle oynayan, hapse gönderen bu örgütün acımasız kumpaslarını toplumun her kesimi bizatihi yaşadı, gördü.
FETÖ’nün tüm bağlılarını kanlı bir tetikçiye çevirmesi pekala mümkün.
Bu yüzden zor ve sıkıntılı bir sürece giriyoruz. Elbette kılı kırk yaran bir dikkat ve özenle mücadele yürütülmeli, ama bunların yapabileceklerinin sınırı olmadığının akıldan çıkarılmaması da şart.
Bazıları ‘bunlar terörist mi, silahlı örgüt mü’ diyordu. Siyasi amaçlarla insan öldürenlere ‘terörist’ deniyor. Bunların silahı illegal yollarla mı aldığı, devletin verdiği silahı mı kullandığı fark etmez. Kullandığı silah, devletin tankı-topu da olsa bu örgüt silahlı terör örgütüdür.
Takıntı değil gerçekti
Başkentimiz Ankara, cunta darbesine karşı sivil direnişte bir tarih yazdı. Uçaklar, helikopterler, tanklar en çok Ankara’da terör estirdi. 150’ye yakın şehit, 1000 yaralı sadece darbenin merkez üssü Ankara’da ortaya çıktı.
Hafta boyunca yaralılarımızı ziyaret ettim. Şikayet eden, söylenen yok; hepsi gururlu, onurlu, vakur ve mütebessim... Üzülenler sadece şehit olmadıklarına üzülüyorlar, hiçbirinde pişmanlık emaresi yok. Darbeyi püskürtmenin haklı gururu ve sevinci içindeler.
Bir amcamız beni görünce kucaklamak için ayağa kalkmaya çalıştı, ayakları, kolları yara içinde... Yanında eşi yatıyor, böbreği ve bağırsakları parçalanmış...
Başka bir odaya giriyorum, yine mütebbessim bir sivil gazimiz yatıyor. “Sayın bakanım, biraz önce hanımla senden bahsediyorduk; Yalçın bey, Haziran seçimlerinden önce her konuşmada paralelden bahsediyordu biz de ‘ya bu kadar da çok oluyor, niye yatıp kalkıp bunları anlatıyor’ diyorduk, şimdi gördük niye olduğunu” diyor.
Evet kimileri paralel vurgumuzu bir takıntı olarak görüyor, aşırı bahsetmemizden belki de rahatsız oluyordu. Star’ın, Sabah’ın, birçok gazetemizin paralel manşetleri bir takıntı değildi, tehlikenin büyüklüğüne işaret ediyordu.
Özellikle yurtdışında bu konunun yeterince işlenmemesinin bugün ne kadar büyük bir eksiklik olduğu görülüyor. Uzun zamandır dünya kamuoyunda Türkiye karşıtı lobinin estirdiği rüzgarların darbeye psikolojik zemin hazırladığı, bir nevi ‘teşvik’ olduğu çok açık.
Bu hain yapının uyuyan hücreleri harekete geçirerek yeni kalkışmalarda bulunması ihtimal dışı değil. Gözü dönen örgüt üyelerinin sabotajlara, cinayetlere, provokasyonlara girişmesi de pekala mümkün. Dış destek ve himaye bunları cesaretlendirmeye devam ediyor.
Sadece hükümeti değil devleti devirmeye çalışan bu Türkiye düşmanlarının temizlenmesi için hep birlikte net ve kararlı bir duruş sergilemeliyiz.
Kurumlara sızan bu örgütün büyüklüğü karşısında gereken mücadeleyi ortaya koymaktan çekinen ve ‘biz karışmayalım’ pasifliği sergileyenler artık aklını başına almalı.
Evet habis ur vücuda yayılmış ve mücadelede çetin olacak... Ve bu mücadeleyi ancak milletini arkasına alan Cumhurbaşkanı Erdoğan başarabilir. Bize düşen ona her şeyimizle yardımcı olmaktır.