Şimdilerde kamuoyunda bir tedirginlik mevzuu olarak konuşulan açılım sürecini herkes yakın tarihlerde başlamış bir süreç zannediyor. Bu yanlış zan bizleri “Eyvah şimdi ne olacak” tedirginliğine sürüklüyor. Evet, bu süreç Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde devreye girdi. Bu yönüyle süreç yeni sayılabilir. Lâkin bu yeniyi sosyolojik olarak destekleyen bir mâzi var. Bu mâziyi bilmeden günümüz hakkında konuşmak temelsiz kalıyor ve gereksiz endişelere kapılmamıza sebep oluyor.
Mesele şu: Osmanlı’dan sonra Batıcı Türkler, Batılılar’ın dümen suyunda ülkede terör estirdiler. Müslüman Türk’e dininden dolayı zulüm eden Batıcılar, Müslüman Kürt’e de hem dininden hem de ırkından dolayı eziyet ettiler. Hususiyetle “ırk” mefhumunu öne çıkartıp ülkenin bir bölümünü diğer bölümüne düşman yaptılar. İttihat Terakki artıklarının Müslüman Anadolu topraklarında fitne tohumu atmaları, kendilerini bu tavra teşvik eden Batılılar için elbette bulunmaz bir fırsattı ve bu fırsatı da menfaatlerine uygun şekilde değerlendirdiler.
Dinlerini muhafaza ve vatanı müdafaada hiçbir zaman kendilerini birbirlerinden ayrı görmeyen Müslüman Türk ve Müslüman Kürt, esen fitne rüzgârıyla birbirinden kopma noktasına geldi. Müslüman Türk’ün çoğunluğu sağcı-devletçi bir anlayışa kayarak Müslüman Kürt’e yapılan zulme sessiz kaldı. Oysaki Müslüman Türk’e de Müslüman Kürt’e de zulüm yapan aynı eldi! Bu el Kürt halkını da PKK eliyle Sosyalist-Laik bir çizgiye çekmeye çalıştı. Maalesef Kürt halkının çoğunluğu, yeni bir kurtuluş yolu olarak gördükleri bu rüzgâra kapıldı. Müslüman Türk “sağcı-devletçi” anlayışla, Müslüman Kürt de Sosyalist anlayışıyla ruh köklerinden kopartıldı. Bu kopartılmanın neticesi de ortada!
Osmanlı’dan sonra bu kopuşa çare bulmak isteyenler Türk ve Kürt ayırmadan Anadolu’yu, ruh kökünden ayırmak isteyenlere inat Müslüman Anadolu toprakları olarak işaretlemişlerdir. Millî birlik ve kardeşlik ancak “Müslüman Anadolu” şemsiyesi altında sağlanabilirdi. Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in ifâdesiyle, “... Bir asırdan beri de ihanetlerin en acıklısına uğrayan, derken ananevî tahammül ve tevekkülünün üstünde ruh eşkiyasının çatı kurduğuna şahit olan misilsiz çile ve işkence arsası...” Anadolu’da “Millî birlik ve kardeşlik” süreci çeşitli dönemlerde gündeme gelmiş fakat başarılı olunamamıştı.
Halkın Batıcılara karşı pasif direnişi, mâzinin baskısıyla da 2002’de Adalet ve Kalkınma Partisi’nde patlamaya döndü. Hele 2009 yılında işgalci İsrail’e “Van Minüt” denilmesiyle de bu pasif direniş yepyeni iklimlere yelken açtı.
Bu yeni iklimlere doğru giderken yolda bazı engellerin çıkması gayet tabidir. Bu engelleri görüp de “Açılım süreci bitti” diye panik olmaya, telâş yapmaya gerek yok! Ak Parti bu süreci “Millî birlik ve kardeşlik süreci” olarak tanımlamış ve bu süreci Osmanlı sonrası enkâz altından çıkmak olarak görmüştür. Enkâzın altından çıkacak kurtuluş anahtarına ulaşmayalım diye de enkâz müsebbibleri bomba patlatıyor, cinayet işliyor, yalan haber yayıyor vs. Ama hiçbiri bu saatten sonra “Millî birlik ve kardeşlik süreci”ni bitiremeyecek. Mâziden gelen birlik ve kardeşlik özlemi inşaAllah gerçekleşecek, halk bunu istiyor ve kararlı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Kefen giydim” sözü bu kararlılığın işareti. Düşman, kefen giymiş rakipten korkar. Dünya ve ahiret selâmeti için daha çok kefen giyen adamlara ihtiyacımız var.