Düşmüştür muhtemelen. Haber ve sosyal paylaşım sitelerine bakamadım. Birkaç gündür erişime kapalı olan Twitter’a da bir şekilde erişebilecek kadar teknolojik bilgim olmasına rağmen bakmaya gerek duymadım. Özgürlüklerimin kısıtlandığını da düşünmüyorum...
Konumuza dönersek: ÖSYM, 23 Mart 2014’te yani geçen Pazar günü yaptığı YGS’de çıkan soruların sadece yüzde 20’sini açıkladı. Geçen hafta dünyadaki örneklerden hareketle bu tür sınavlarda soruların tamamının açıklanmamasının bilimsel ölçütler açısından makul olduğunu ifade etmiştim. Şimdi konuyu başka bir yönüyle ele almak istiyorum.
Deşifre
Önümüzdeki dönemlerde, sınavlarda sorulan bütün soruların kendilerinde olduğunu iddia eden bazı özel ders guruları türeyecektir. Muhtemelen bu vesileyle iyi para da kazanacaklardır. Dershaneciler zaten kolaylıkla bütün soruları deşifre edebilirler. Bütün bunlar YGS gibi iki milyondan fazla adayı ilgilendiren bir sınav için gayet olası.
ALES, KPSS, YDS, LYS vb. sınavlarda da benzer bir durum söz konusu. ÖSYM’nin önümüzdeki dönemde karaborsaya düşecek soruları tespit ve deşifre edenlerle mücadele için geniş bir ekip kurması da son derece olası. Bu ekip, hem internette ve matbu materyallerde paylaşılmaması gereken soruların paylaşılıp paylaşılmadığını takip edecek hem de ilgililer hakkında hukuki süreçleri başlatacaktır. Madem bu sayılanların yaşanması yani soruların deşifresi gayet olası, o halde neden sorular gizleniyor?
Bu son derece anlamlı bir soru. Bu sorunun muhatabı, ÖSYM. Ancak benim gördüğüm kadarıyla tek başına bu adımın fiili durumu değiştiremeyeceğini ve soruların piyasada dolaşacağını dolayısıyla açıklanmayan bu soruların bir kısmının sözgelimi önümüzdeki yıl kullanılamayacağını ÖSYM de görmekte. Bence bu adım sadece mütevazı bir başlangıçtır ve ancak doğru adımlarla desteklenirse olumlu sonuç verebilir.
Sistemi yeniden kurmamız lazım
Geçen yazımda da işaret ettiğim üzere, -dünyadaki birçok gelişmiş ülke gibi- Türkiye’nin de yılda birkaç defa sınav yapması ve hatta alınan skorların birkaç yıl geçerli olması gibi alternatifleri tartışması lazım. Yani sınavı, biraz daha sıradanlaştırması lazım.
Zira Pazar günü millet olarak hep birlikte bir kez daha sınav heyecanını yaşadık. Hemen herkesin ailesinde sınava giren birileri var. Telaş ve kaygıyı yakından görüyoruz. Bu sistem, 1970’lerin Türkiye’sinde kuruldu ve son 40 yıldır fena çalışmadı. Ancak gelinen noktada, bu sistemin Türkiye’yi 2020’lere ne kadar taşıyabileceği tartışmalı.
Bırakın yüzbinlerce genci, hasbelkader sınavı iyi geçmeyen sadece tek bir gencin bile yeni sınava hazırlanmak için ekstra bir yılını harcamasını insani bulmuyorum. Çok fazla tercih edilmeyen bir bölüme girmek için illa merkezi sınavı beklemeyi, arz ve talep dengesi mantığıyla izah edebileceğimizi düşünmüyorum.
Özünde tartışmamız gereken bir genel bir de özel bir soru var: Çocuklarımız için nasıl bir gelecek istiyoruz? Öznelliğe yer vermeyen yani öğrenciye ve öğretmene hiç güvenmeyen bir sınavın belirleyici olduğu bir sistem mi istiyoruz, yoksa sınavın da olduğu ama tek belirleyici olmadığı daha insani bir sistem mi istiyoruz?
MEB, dershanelerin dönüşümünün yol haritasını çıkarırken, bu sorulara da cevap aramalı. Ancak bunlar, sadece MEB’in değil, Türkiye’nin geleceğini düşünen herkesin kafa yorması gereken sorular.Yanlış anlaşılmasın, merkezi sınavlara karşı değilim, aksine merkezi sınavların çok olumlu işlevleri olduğunu düşünüyorum. Ancak hem nesnel hem de daha insani bir sınav sistemi kurulabileceğini düşünüyorum.