Türkiye’nin, bir ulusal güvenlik krizi ile karşılaştığı an, müdahale kapasitesini engellemeye çalışmak, iç siyasette AK Parti’yi durdurma gayreti mi, yoksa, bölgede yeni haritalar peşinde koşan emperyalizmin doğrudan işbirlikçiliği mi? Bence ikisi de aynı rotaya çıkıyor!..
Demokrasi savaş ilan etmez!..
Türkiye’nin tek taraflı bir kararla PYD’nin hakim olmaya çalıştığı bölgelere müdahale edeceği, AK Parti’nin seçmen tabanını genişletmek için ülkeyi askeri serüvenlere sokacağı yönündeki propagandanın yalan olduğu açık gerçek, ama bir güç bu iddianın köpürtülmesini istiyor. Tıpkı,Türkiye-DAEŞ bağlantısı yalanının yaygınlaştırılması gibi.
Önce siyaset tarihi açısından açık bir gerçeği, hem kamuoyuna, hem de bu komplo teorilerinin savunucusu kalemlere aktarmak gerekiyor: Tarih, bir demokrasinin, açık bir saldırıya uğramadığı sürece, asla, savaşmadığını gösteriyor.
Halkına hesap veren sivil siyasetçilerin hakim olduğu sistemler, askerlerini zorunlu şart haricinde kullanmayan yapıdadır.
DAEŞ ve PYD’nin hakim oldukları coğrafyalarda sergiledikleri tutumdan totaliter yapılanmalar oldukları bellidir. Bu nedenle, bir demokrasi olarak Türkiye’nin, bu iki örgütü, kendi halkına kimyasal silah atacak kadar gözü dönmüş Baas rejimi ile aynı tehdit riski olarak değerlendirmesi çok doğaldır.
Ortadoğu’da yaşadığımız sorun, bir demokrasinin, çevresinde “şekillendirilen” anti-demokratik yapılanmalarla yaşadığı çelişkidir. Irak’taki Kürt Otonom Yönetimi, bugün, sözünü ettiğimiz coğrafyada demokrasi kültürünü yerli yerine oturtmaya çalışan bir çaba gösteriyor, Türkiye’nin ilişki tercihi de bu çabaya destek veriyor.
Ama, ne yazık ki, demokrasiyi bölgemiz için bir yönetim ve yaşam biçimi haline getirmekte yalnız kaldık. (Arkadaşların “yalnız Türkiye” teorisi bu açıdan doğrudur, onlar Beşar ve Sisi ile el sıkışan Türkiye istiyor.)
Avrupa ve Amerika’nın ve onların içimizdeki emperyalist işbirlikçilerinin ihanetine uğradık!..
İşbirlikçiler bize ne diyor?
İşbirlikçilerin bize söyledikleri, Beşar’la temas kurup, mutabakat sağlamamızdır. Hayır, kimse bizi, 1938’de Hitler’le Münih Saldırmazlık Anlaşması’nı imzalayan dönemin İngiltere Başbakanı Chamberlain’in tarih önündeki hazin durumuna düşüremez. Beşar gibi diktatörlerle anlaşmanın,Hitler ile el sıkışmaktan farklı olmadığını bilecek bilgeliğe sahip bir devlete sahibiz.
İşbirlikçilerin bize söyledikleri, DAEŞ’in korkunç bir terör örgütü PKK’nın ise “tercih edilebilir” olduğudur. Hayır, biz bir demokrasiyiz ve terör örgütlerini yöntemlerine göre değil, ulaşmak istedikleri hedeflere göre değerlendiririz. DAEŞ’le PKK’yı savaştıran küresel emperyalizmin oyununun dışında kalıyoruz, Kürt gençlerini Amerikan emperyalizminin kara kuvvetlerine çeviren bu kanlı oyunda Kürt kardeşlerimizin zarar görmemesine çalışıyoruz.
İşbirlikçiler, bu hassas dönemde Türkiye’yi hareketsiz bırakmak için işi, ülkemizi “topal ördeğe” benzetmeye kadar vardırdılar. Hayır, o coğrafyadan ülkemize dönük bir saldırı gerçekleştiğinde gereğini yaparız, herkesin haberi olsun...
NATO yanlış yere namlu döndürüyor
Eğer, Irak’ın işgalini (2003) başlangıç alır, son 4 yılın Suriye savaşıyla da birleştirirsek, tam 12 yıldır 1.200 km.lik sınırında savaş yaşayan, bu arada 2 milyon mülteci almak zorunda kalan Türkiye, NATO tarafından -bilinçli olarak- yalnız bırakılmıştır. Sınırımıza kerhen getirdikleri o Patriot bataryalarını da alıp gidebilirler, bizim için fark etmez. Aynı NATO’nun Ukrayna krizi sonrasında Doğu Avrupa’ya, toplam personel sayısı 55 bini aşan askeri yığınak yapması ise ibret vericidir. Eğer Rusya ile savaşacaksanız o yığınak az, gövde gösterisi yapmaya çalışıyorsanız çok fazla!..
Kaldı ki, Rusya, tıpkı Türkiye gibi, imparatorluk genleri taşıyan, oturulup konuşulacak, belli bir zeminde mutabakat sağlanabilecek bir devlet.
“DAEŞ’le savaşıyorum” diyorsunuz...
“Türkiye bu savaşta sınırlarını tam olarak kontrol edemiyor” gibi laflarla homurdanıyorsunuz...
“İleride Türkiye’nin güvenliğini tehdit edecek olsa da, bu savaşta PKK’yı kullanmalıyım” stratejinizi açıkça savunuyorsunuz...
“Ben PKK ile sınırın Suriye tarafını kontrol edeceğim, ama sakın Türkiye oralarda güvenlikli bölge kurmasın” diyecek kadar pervasızsınız...
Pekiyi, arkadaş, neredesiniz siz?
Eğer DAEŞ’le savaşı bu kadar ciddiye alıyorsanız, Polonya’ya yığdığınız ve Putin açısından bir anlam ifade etmeyen “ittifak tanklarının” aslında burada olması, namlularınızı da Moskova’ya değil, Rakka’ya çevirmeniz gerekmiyor mu?
Net gerçek: NATO, Türkiye’nin Irak-Suriye sınırında bitmiştir. Yarın, bir Avrupa krizi çıktığında sakın kapımıza gelmeyin...