2010 yılı verilerine göre dünyada 214 milyon kişi ülkelerini terk ederek başka yerlere göç ediyor ve bu rakam her yıl artıyor. Bu kişilerin yaklaşık 10.5 milyonu, her yıl, tekrar etmekte yarar var, her yıl mülteci olarak bir başka ülkeye sığınmaya çalışıyor ve tabi sığınılan ülkeler genel olarak gelişmiş ülkeler oluyor. Mülteciler ağırlıklı olarak Asya-Pasifik bölgesinden, ardından da Afrika’dan göçen kişilerden oluşuyor.
BM Mülteciler Yüksek Komiserliği verilerine göre, AB ülkelerine yönelen mülteciler yılda ortalama 1.5 milyon kişi. Bu kişilerin yaklaşık üçte biri kara ve hava yolunu kullanarak AB ülkelerine ulaşmaya çalışırken geri kalanının deniz yolunu tercih etmek zorunda kaldığı not ediliyor. Deniz yolu dediysek, kast edilenin insan kaçakçılığı yapan simsarların üst üste yığdığı insanları Akdeniz ya da Ege’de taşımasını kast ediyoruz.
AB ülkelerine giden, gidebilen mültecilerin büyük çoğunluğu Afrika kıtasından kaçanlar. İlk ayak basılan yerlerin başında İtalya, ardından Yunanistan ve İspanya geliyor. İtalya ve Yunanistan’da çok sert önlemler alındığından, İspanya ‘geçiş’ açısından tercih ediliyor, ama ‘uzaklık’ nedeniyle daha caydırıcı.
Çok boyutlu sorun
AB ülkelerinin güney kapısını zorlayan mültecilerin yarıdan fazlası, ilk ayak bastıkları ülkede kalmayı değil, bu ülkeleri birer atlama taşı olarak kullanmak istedikleri düşünülüyor. Dolayısıyla İtalya ya da İspanya’nın mülteci politikası, doğrudan Almanya ya da Hollanda’yı da ilgilendiriyor.
Dünyadaki genel mülteci akınlarının sadece % 6-7’siyle uğraşmak zorunda kalan AB ülkeleri, en fazla akının kendilerine yönelik olduğunu savunsalar da, rakamlar bu iddiayı doğrulamıyor.
Söz konusu oranın görece düşük olması, AB’nin mülteci politikasının gayet sert olmasından kaynaklanıyor. Kapıyı zorlayanları içeri almamak için uygulanan yöntemlerin, göç edişleri insanlık dramı olan kişileri bir başka insanlık dramıyla yüz yüze bırakmak biçiminde olduğu söylenebilir. Mülteci statüsü verilebilecek kişilerin dişlerinin bile kontrol edildiği kamplar mevcut.
Bu konuda en mağdur ülkenin İtalya olduğuna kuşku yok. Gelenler ilk bu ülkeye yanaşıyor; başarıp karaya çıkanların bir kısmı kamplara konuyor, bir kısmı köken ülkeye geri gönderiliyor ve hepsinin masrafı İtalya’dan çıkıyor.
Somali ya da Cibutililer Almanya’ya gitmesin diye, İtalya sert önlemler almak durumunda kalıyor.
İtalya’nın çözümü
AB’nin mülteci politikalarının yeniden tartışmaya açılmasının nedeni ise geçen perşembe İtalya açıklarında 518 kişilik bir göçmen teknesinin batması ve 365 kişinin ölmesi. İnsan kaçakçılığı yapanların bu işte sorumluluğu büyük, ancak aynı oranda ‘kapıyı sıkı sıkı kapatma’ politikasının da etkisi var. Girmeye çalışan-almamaya çalışan ilişkisi, bu satırlara sığmayacak kadar derin. Tüm taraflar açısından haklılık ve haksızlık nedenleri bulunabilir.
Meselenin siyasi boyutu, sömürge dönemine kadar uzatılabilir; göç etmek zorunda kalanların tarihi sorumluluğu Avrupa’da aranabilir. Ancak bu tartışmalar insanların ölmesine engel olmuyor. Son yaşanan ölümler, geçmişten bahisle önlem almayı değil, geleceğe yönelik tasarımları gerekli kılıyor. AB, neden her yıl 1.5 milyon Afrikalı ile refahı paylaşmak zorunda kalmalıyız diye soruyor, göç edenler de ‘bizi bu hale siz getirdiniz’ diyor.
Neyse ki İtalya bu çıkmaza bir çare bulmuş gibi gözüküyor ve mültecilerin bazılarına vatandaşlık veriyor. Yalnız küçük bir sorun var. İtalya, ölü mülteciye vatandaşlık veriyor. Milano sokaklarında dolaşamayacak bir Somalili muhtemelen en makbul AB vatandaşı olarak görülüyor. İşte bulunan çözüm!