Hollandalı AP üyesi Kati Piri (kendisi aynı zamanda PKK sever bir parlamenterdir) tarafından hazırlanan “2018 Türkiye Raporu” Strazburg'daki Genel Kurulda oylandı. “Avrupa Birliği'nin Türkiye ile katılım müzakerelerini resmen askıya alması” önerisinin yer aldığı rapor, 109'a karşı 370 oyla kabul edildi. 143 parlamenter ise çekimser kaldı.
Çok mu umursadık?
Hayır.
Bu çöp rapora göre AB ülkeleri, PKK ve FETÖ’ye yönelik operasyonlardan rahatsızlarmış...
Başka?
Kıbrıs meselesinde bizi haksız buluyorlar...
Daha doğrusu Kati Piri raporunu hazırlarken, Yunan ve Rum tarafının geleneksel tezlerini kullanmış. “Bu mesele niçin sürüncemede? Biz sözümüzü tutmadığımız için olabilir mi?” diye sorma gereği duymamış.
Başka?
Ruslarla ortak giriştiğimiz Akkuyu nükleer santral inşaatının derhal durdurulmasını istiyorlar. Ama Karadeniz bölgesinde Fransızlarla giriştiğimiz inşaata ses yok.
Başka?
Demokrasimizde “eksiklikler” varmış...
Başka?
OHAL’in kaldırılması iyi olmuş ama bazı Fetullahçılar hâlâ sıkıntı içindeymiş.
Uzatılabilir ama gerek yok.
Her ilerleme raporunda karşımıza çıkardıkları geleneksel ipe un serme yöntemini tekrarlamışlar.
Bu nedenle “çöp rapor” diyorum.
Dolayısıyla, bu rapora dayanarak alınan tavsiye kararı da, “çöp karar”dan öteye gidemeyecektir.
Peki, bu rapor niçin umurumuzda olmayacak?
Olmayacak, çünkü Türk halkı daha fazla aşağılanmak istemiyor.”
Eşit ortaklığı temel almış üyeliğe herhangi bir itiraz yok. Ama mevcut tutumu ve çifte standartlı politikalarıyla AB, Türk halkı için artık “hedef” olmaktan çok uzak.
Mahut rapor 2018 yılında açıklandığında, yine kimse oralı olmamıştı. Konu tartışılmamıştı bile.
Muhalefet cephesinden (özellikle CHP’nin konsolosluktan dönme eski milletvekili tarafından) “AB müzakere süreci başladığından bu yana en sert rapor. Bu rapor, bu hükümetle bir şey olmayacağına ilişkin rapordur...” gibilerden yalan yanlış açıklamalar yapılmıştı ama dinleyen olmamıştı.
Bu rapora bakarak, AB’yle ilişkilerin neresinde olduğumuzu, tam üyelik konusunda ne kadar ilerleme kaydettiğimizi ve AB ülkelerinin bize nasıl baktığını (yani oralarda nasıl göründüğümüzü) öğrenecektik. Bir tür karne, kanaat notu ya da tespitler listesiydi ama umursamadık bile...
Neden acaba?
Çünkü ne yaparsak yapalım, hangi yasaları çıkarırsak çıkaralım, hangi tavizleri verirsek verelim, kendimizi bir türlü bu “kolpacılara” beğendiremiyoruz.
İlişkilerin “çok çok iyi” olduğu dönemlerde de (“Avrupa Birliği bizim için her şeydir, biz AB’siz yapamayız” diyenlerin Cumhurbaşkanlığı yaptığı ve AK Parti karar mekanizmalarında yer aldığı dönemlerde de) kendimizi beğendiremiyorduk.
Bütün ev ödevlerini bihakkın yerine getirsek bile, önerilen şey, eşitlik temelinden uzak bir ortaklıktı... “Cicim aylarını” yaşadığımız dönemde bunu açıkça dile getiriyorlardı zaten. “Tam üye değil de, ayrıcalıklı ortak olabilirsiniz” diyorlardı.
Daha doğrusu şu:
Gümrük Birliği’nden kaynaklanan “yükümlülüklerimizi” ve mali yükümlülüklerimizi yerine getireceğiz, karşılıklı ticari anlaşmalara sadık kalacağız, AB vatandaşlarına tanıdığımız imtiyaz ve kolaylıkların devamını sağlayacağız; kısacası “AB ülkelerine para kazandırmaya” devam edeceğiz ama “tam üye” olamayacağız, tam üyelikten kaynaklanacak imkânlardan faydalanamayacağız.
Bunun karşılığında, onlar “partner” (ticari partner) sıfatımızı lütfen kabul edecekler ve AB’nin siyasi yörüngesinde kalmamıza lütfen izin verecekler.
İstediklerinde darbe yaptıracaklar...
İstediklerinde ülkemizi bölmeye çalışacaklar...
En iyi dönemlerimizde bize önerdikleri “statü” böyle bir şeydi.
Kaldı ki, tam ve eşit ortaklığa izin çıksa bile, mevcut üyelerden birinin durumumuzu tartışmaya açması, yani adaylığımızı referanduma götürmesi, “ortaklığı” külliyen ortadan kaldırıyor. Asla üye olamıyoruz.
Üye olamadığımız gibi, ticari ortaklıktan elde ettikleri gelir, yani sırtımızdan kazandıkları paralar da yanlarına kâr kalıyor.
Bu aleni saygısızlığa (hatta terbiyesizliğe) rağmen AB’ye “evet” diyecek, ülkenin yönetimini Brüksel’e teslim edecek halimiz yok.
Mahut rapor işte bu nedenle çöptür.
Mahur karar işte bu nedenle umurumuzda olmayacaktır.
BERİL DEDEOĞLU
Zarif, naif ve nezaketli bir insanı; aynı zamanda değerli bir akademisyeni kaybettik. Allah rahmet eylesin. Ailesinin ve tüm sevenlerinin başı sağ olsun.