Öksürdüğümü ablamın duymaması gerekiyordu. Hasta olduğunuz haberi ablama ulaşırsa sizi ilaçlara boğar. Aslında dünya tatlısı bir kızdır. Eniştem de öylesine şeker gibi adamdır ki muhabbetine doyum olmaz. Ablam genç kızken böyle değildi. Gerçi televizyona düşkündü. Daha doğrusu yemek programlarına düşkündü. Defterler dolusu yemek tarifi vardı. Ama laf aramızda kalsın pek iyi bir aşçı sayılmazdı. Gönlü kalmasın diye yerdik yaptığı yemekleri. Evlenince artık kocası düşünsün, ablamın yemek yapma sevdasının ceremesini kocası çeksin diye düşündük. Ferahlamıştık birazcık. Ama ablam evlenince de rahat durmadı. Bitkisel ilaçlara merak saldı. Hangi otu kaynatırsan ne olur hep biliyordu. Ve garibim eniştemin üzerinde deniyordu her türlü otu, çöpü. Bir keresinde eniştem hastalanmış. Kazan kurup ilaç kaynatmış. Enişte gözlerini kapatıp bir yudum almış ki yutabilsin. Almasıyla tükürmesi bir olmuş. Her yer berbat olmuş tabi. Kavga gürültü derken enişte anlamış ki ablamın yanındayken hasta olduğundan bahsedersen büyük yanlış yapmış olursun.
İşte ben de öksürük olduğumu ablama söylemedim. Eczacı arkadaşım var ona söyledim. “Elimde bir şurup var. İçmene gerek yok öksürüğün bu şurubun adını duysa kaçacak delik arar öyle tesirli.” dedi. “Tamam o zaman ver bir şişe de öksürüğümüz dinsin” dedim. “Hayır veremem uzman doktor yazmazsa bu şurubu veremiyoz” dedi. “Madem veremiyorsun ne diye reklam yapıyorsun?”dedim kızdım. Doktora gitmeyi gözüm kesse gideceğim ama ben doktordan, hastaneden yılarım. Hem de serçenin yılandan yıldığı kadar ağır bir doktor gerginliğim vardır.
Öksürüğüm ile yaşamaya devam ettim. Bir hafta öylece geçti. Ama annem rahat edemedi. “Öksürüğün seni iyice sarmadan ya doktora git ya da ablanı ararım” diye tehdit etti beni. Ablam duymasın diyerek güç bela razı oldum doktora gitmeye. Ama doktor bir hafta izne çıkmış. Hem öksürdüm hem sevindim. Tekrar eczacı arkadaşa uğradım. “Doktor yazmadan bir ilaç versen mucize ilaç olması şart değil.” dedim. Arkadaş tezgaha uzandı ilacı bana veriyorken bilin bakalım ne oldu? Eczaneye ablam girdi. Beni içeride otururken görmüş. Hoş beş ettik. Arkadaşa kaş göz ile işaret ettim kaldır şurubu diye. Allahtan arkadaş anlayışlıdır hemen tezgahın altına salladı şurubu. Şurup kayboldu ama öksürük kaybolmuyordu ki bastırdıkça bastırıyordu. Ablam da gitmek bilmedi laf lafı açtı eczacı arkadaş ablama ıhlamur ikram etmek istedi ablam oturdu. Ben de kızara bozara öksürüğümü tutuyorum. Yahu ne zor imiş öksürmemek. Ablam dağdan taştan hayırdan şerden ha bire konuştu. Ben öksürüğümü tutmanın derdiyle kendimi sıkmışım terledim. Ablam; “Fazla terliyorsan kaynatayım bir şeyler. Enfeksiyonun vardır sıyırır alır kaynatacağım ot.” dedi. “Yok abla gerek yok...” diye ağzımı açmamla öksürüğün hücum etmesi bir oldu. Kayalardan kopup gelen seller gibi haşin bir öksürük ile ablama gün doğdu. “Hiiç itiraz kabul etmiyorum doğru bana gidiyoruz kaynatıyorum ilacını içip keyfine bakıyorsun bu öksürük akşam bilemedin ertesi sabaha uçup gidecek haydi bakalım” dedi. Çaresizdim. Ablama itiraz edemezsin küçükken de böyleydi ben annemden yemediğim dayağı ablamdan yemişimdir. Abla terliğinin tadını iyi bilirim.
Eve gittik. Çok sürmedi eniştem de geldi. Hoş beş muhabbet ettik. Laf benim öksürüğüme gelince eniştem ablama duyurmadan fısıldadı. “Allah yardım etsin kayınço öksürük için kaynattığı sıvıyı şu çiçeğin dibine döksen çiçek o saat kurur da bir daha o saksıda nebatat yetişmez geçmiş olsun kardeşim” dedi. Çaresizdim. Annemi aramak geldi aklıma. “Anne ne olur kızına bir şey söyle öksürüğüm için kaynattığı ilaç kimyasal silah gibiymiş eniştem öyle diyor” dedim. Keşke demeseydim. “Oğlum eniştene bakma sen o abartır biraz. Gözünü kapat iç gitsin ne var bunda...” dedi. Annemden de hayır yoktu. Telefonu kapatmadan kendime acındırmayı denedim. “Babam da sen de hakkını helal edin o zaman” dedim. Ama annem çoktan kapatmıştı telefonu.
Ablamın kaynattığı sıvının rengini ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Yeşil gibi ama içinde bakır renkli otlar yüzen sıvıyı içtim. Tadı o kadar keskindi ki jilet yutmuş gibiydim. Ağzım, boğazım yanıyordu. Ablam karşıma geçmiş bir cevap bekliyordu. Sanki öksürük hemen kesilirmiş gibi. Ama gerçekten öyle oldu. Öksürmedim hiç. Tık yok. Hatta ilacı içtikten bir saat sonra göğsüm pamuk gibi oldu. Nefesim açıldı. Ablamı görmeliydiniz deli oldu sevinçten. Ve enişteye hava attı. “Bu eller boş yere kazan kurup ilaç kaynatmadı. Haydi alkışlayın beni”. Çaresiz alkışladık. Ve ablam beni o gece bırakmadı onlarda kaldım. Gece hiç öksürmedim. Ama gecenin en koyu yerinde zannımca üçü geçerek bir sancı başladı bende. Ama nasıl bir sancı. Beni kıvırcık makarna gibi perişan etti. Çaresiz ablamı uyandırdım. Ablam telaşlandı. “Ben şimdi bir şeyler kaynatırım.” deyince enişte itiraz etti. “Sen kaynatacağını kaynattın böyle oldu yürüyün acile gidiyoruz.” dedi. Acile taşındık. Doktora durumu anlattık. Doktor ablama hangi otları kattığını sordu. Meğer doktorun annesi de ot çöp ilacına meraklıymış ve ablamın bana verdiği otların yan etkisi şiddetli karın ağrısı imiş. İçmeye devam etseydim saçlarım da dökülürmüş. Eniştem dalgasını geçti. “Desene hanım evde ilaç değil tıbbi atık kaynatmışsın.” Ablam çok bozuldu. Annesi de otçu olan doktor ablama dedi ki “Hanımefendi otlarla ilgili kitapların yazıldığı devirde bitkiler doğal yetişiyordu şimdi yağmurla üzerlerine kimyasal yağıyor. Ayrıca o dönemin insanın beslendikleriyle , bünyesiyle şimdiki insan arasında dağlar kadar fark var. Dikkatli olmak lazım. Otları anlatan kitaplara da biraz bu açıdan bakıp tedbirli olmakta fayda var.” “Doktor kitap gibi konuştunuz.” dedim. Ablam o gece ne kadar korktuysa bir daha otları kaynatıp ilaç yapma sevdasına düşmedi. Ama otları resimlemeye başladı. Meğer çiçek ressamlığı diye bir şey varmış ablam sayesinde öğrendik. Artık ablamın otları resimlerde yaşıyor ve kimseye karın ağrısı sebebi olmuyor, mutluyuz ailecek...
Ablamın kaynattığı sıvının rengini ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Yeşil gibi ama içinde bakır renkli otlar yüzen sıvıyı içtim. Tadı o kadar keskindi ki jilet yutmuş gibiydim. Ağzım, boğazım yanıyordu. Ablam karşıma geçmiş bir cevap bekliyordu.