Toplantının başlamasını beklerken, kulis tarzı yazan bir meslektaş, oturduğu köşeden kalkıp yanıma kadar geldi. Önemli bir toplantıdaydık ve etraf meraklı bakışlarla ikimizi süzüyordu. Meslektaş, “Abdullah Gül yeni bir parti mi kuruyor?” diye soruverdi.
Ne yalan söyleyeyim, çok şaşırdım...
Sonrasında aramızda geçen mükâlemeyi hayretle kendisine aktardığım bir dost, “Eh, maşallah” dedi, “Herhalde söylentiyi bir tek sen duymamışsın...” Meğer sağda-solda konuşulan, son zamanlarda giderek uğultuya dönüşen bir söylentiymiş bu...
Her ikisine dediğimi sizlerle de paylaşayım: Abdullah Gül pek çok başka özellikleri yanında aklı başında bir insan; kendi eliyle kurduğu ve cumhurbaşkanı olduktan sonra ilişkisini kestiği parti ortada dururken neden başka arayışlar içine girsin ki? Cumhurbaşkanlığı sonrası canı siyasete devam etmek isterse, ya da şartlar kendisini siyasi hayat içerisinde kalmaya zorlarsa, herhalde adresi eski partisi -yani Ak Parti- olacaktır...
Rahmetli Turgut Özal cumhurbaşkanı olup Çankaya’ya çıktıktan sonra, kendince tedbirler de aldığı halde, tek başına kurduğu partisinin elinden kayıp gittiğini gördü. Sadece o görmedi, hepimiz gördük... Hatta bizler başına geleceği Turgut Bey’den önce gördük...
Vefatından önceki son Ramazan’da Büyük Ankara Oteli’nde düzenlenen iftar vesileli bir tartışmalı toplantıda, bir ara beni yanına çağırıp, “Hani yazdığın bir senaryonun yanlış olduğunu söylemiştim ya” demiş ve eklemişti rahmetli Özal: “O konuda sen haklıymışsın...”
Mesut Yılmaz ANAP’ı ele geçirmek için kurnazca bir plan uygulamaya başlamış, şimdilerde kendisinin adını bile duymak istemeyen Özal Ailesi’nin fertlerini yanına çekerek kaleyi içten fethetme yoluna girmişti. Semra Özal’ı ANAP’ın İstanbul il başkanlığına niyetlendirmiş, Ahmet Özal’ı yanında dolaştırmaya başlamıştı.
Bizleri de ihmal etmiyordu Mesut Bey. Muhafazakâr gazetecilerin karşısına, şimdilerde merkez medyada köşe sahibi bir yazarın eseri olduğunu öğrendiğimiz, her sayfasında Peyami Safa’dan Nurettin Topçu’ya kadar sevilen kalemlerden alıntılarla süslenmiş bir konuşmayla çıkmıştı...
İşte o günlerde, “Mesut Yılmaz ANAP’ın başına geçmeye hazırlanıyor; yanına aldığı isimlere ve kendisini nasıl takdim ettiğine aldırmayın, emeline erişirse ilk işi Turgut Özal’ı Çankaya’dan indirmek olacak” senaryosunu pek çok ayrıntıyla besleyerek yazmıştım.
Meclis’teydim. Turgut Bey’in aradığını söylediler. Cep telefonu olmadığı dönemde, Meclis’in telefonlarından Çankaya’ya ulaştım, hemen bağladılar. Rahmetli’nin ilk sözü, “Yine yanlış bir senaryo yazmışsın” oldu. İki yıl sonra, iftar sofrasında, eliyle işaret edip yanına çağırdığında, “O konuda sen haklıymışsın” diyeceği takılma buydu.
Turgut Bey cumhurbaşkanlığında rahat edemedi. Ne yapıp edip yeni bir partiyle halkın karşısına çıkma kesin kararını, son Orta Asya gezisinden dönüş yolunda, eski siyaset arkadaşı olan gazeteci Fevzi Kahraman’a, “Hazırlanın, birlikte yola çıkıyoruz” diye sözüne başladığı konuşmayla açıklamıştı. Ömrü vefa etseydi, Çankaya’dan inip yeniden siyasete giren bir cumhurbaşkanı görecekti Türkiye...
Abdullah Gül’ün zamanından önce Çankaya’dan ayrılması için bir sebep var mı? Yok. Yeni bir parti peşinde koşmasını gerektirecek şartlar? Yok. Başbakan Tayyip Erdoğan’la küs mü? Değil. Ak Parti kendisine sırt mı döndü? Hayır, tam tersine onunla övünüyor...
Eee, öyleyse?
Şu yakınlarda ülke gündemine giren birkaç konuda Cumhurbaşkanı Gül’ün kamuoyuyla paylaştığı görüşlerden hareketle bu tür zihin cimnastikleri yapılıyor galiba. Oysa, söyledikleri arasında eskiden beri savunduğu görüşlerden herhangi bir sapma görmüyorum ben.
Herhalde sizler de görmüyorsunuzdur.
‘Uyum’ bu dönemin en belirgin özelliği: Toplumla siyaset arasında... Siyasetle bürokrasi arasında... Siville asker arasında... Devletin birimleri arasında... Çankaya ile Başbakanlık arasında... Uyumun yararını bütün ülke görüyor...
Görmeye de devam etmeli.