Trump iktidara geldiğinde Çin’i öteki ilan etmiş ve bunu ticaret savaşları olarak açıklamış; İran düşman, Suudi Arabistan ve İsrail’i dost kabul etmişti. Avrupa’yı kendine mecbur bırakacak ekonomik baskılar öngörmüş, Latin Amerika’yı da arka bahçesi olarak ilan etmişti.
Gelinen noktada ise işler biraz değişmiş gibi gözüküyor. ABD, Çin ile ticaret savaşı yapmak yerine onunla uzlaşmayı deniyor. Kuzey Kore’yi denize gömmekten bahseden Trump’ın bir anda bu ülkeyi şeytanlaştırmaktan vazgeçmesinin nedeni de bu.
Öte yandan ABD, Çin ile uzlaşı ararken giderek Rusya ile gerilim siyasetini öne çıkarıyor. Bu konuda Putin’in de epeyce ısrarcı olduğunu belirtmek lazım. Denetimli, belki de danışıklı-dövüş şeklindeki ABD-Rusya gerginliğinin dünya dengeleri için daha yararlı olacağını mealen savunan Putin’in Trump’ı yönlendirenler arasında olduğuna kuşku yok.
ABD-Rusya gerginliğinin çok sayıda emaresi var. Bunlardan biri silahlanma ve askeri konularla ilgili. Nükleer silahları yasaklayan anlaşmaların gündeme gelmesi, NATO’nun Doğu Avrupa’daki gücünü artırması, ABD’nin Irak’taki Rusya’nın da Suriye’deki güçlerini pekiştirmeleri birer gösterge…
Kamplaşma baskısı
İkinci konu, ekonomik ve finansal yaptırımlar. ABD Rusya’ya uyguladığı yaptırımların listesini her geçen gün uzatıyor; İran ve Venezuela gibi Rusya ile ilişkileri malum olan ülkelere de çeşitli nedenlerle yaptırımlar uyguluyor. Söz konusu uygulamanın Rusya dostlarına doğru genişleme ihtimali var ve bu durumun birçok ülkeyi zorunlu olarak Rusya yanına iteceği öngörülebilir.
Rusya ve onun desteklediği ülkeleri bu yolla “ötekiler” içine iteleyen ABD, kendi etki alanına girmesini beklediği yerlerde de iktidarların değişmesi baskısı oluşturuyor. Mısır’da Mursi’nin yerine Sisi’nin geliş biçimi, benimsenmiş bir model gibi. Venezuela bugün açık bir örnek durumunda ama sırada İran olduğu söylenebilir. Son dönemlerde İran’da terör saldırıları, patlayan bombalar boşuna değil. Avrupa’daki sokak eylemleri, grevler, ayrılıkçıların yarattığı gerilimler doğrudan ABD marifeti olarak açıklanamasa da, sonuçlarının ABD’ye yaklaşma şeklinde olması için uğraşıldığı söylenebilir. Hatta belki de Avrupa’nın ABD yanlıları-ABD karşıtları diye ikiye ayrılması bile hayal ediliyor olabilir.
Zorlayıcı tedbirler
AB’nin çatırdamasının hem ABD hem de Rusya tarafından günümüz konjonktüründe tercih edilen senaryo olduğu öngörülebilir. Ancak Trump’ın şimdilik elini kaşlarının üzerine koyup, Avrupa’yı atlayarak daha uzaklara baktığı anlaşılıyor.
Bu çerçevede ABD bir dizi ülkeyi sınava tabi tutuyor. Bu sınav, “benimle değilsen, Rusya’ylasın demektir” şeklinde. Söz konusu politikanın en açık göstergesi Suudi Arabistan’a yönelik. Suudiler Kaşıkçı cinayeti sonrasında sınav salonuna alındılar ve teröre destek başlığı altında gözlem altına sokuldular. Yemen’de Suudilere destek vermeyeceğini açıklayan ABD, bunca silah sattığı ülkenin İran’ı vurup vurmayacağını test ediyor. Bu, Suudi Arabistan’a “sen radikal grupları desteklediğin için İran onlarla mücadele adına kendine alan açtı” demek. Ayrıca Suudilerin Rusya ile silah pazarlığı yapmış olması da kara listeye girmesinde bir etken.
Trump, müttefiklerini tercih yapmaları için hırpaladıkça, oyun Putin lehine gelişiyor. ABD’de bu süreci görenler varsa, Trump hayatının geri kalanını Moskova’da geçirmek zorunda kalabilir. Ancak ne yazık ki bu tablo, iki ülkenin de birçok yerde toplumsal, ekonomik ve hatta askeri riskleri pompalayacakları gerçeğini değiştirmiyor.