Bugün sanıyorum ABD seçimleri beklendiği gibi sonuçlanacak. Bu beklenti, Obama’nın kazanması yönünde. Ben başından beri ABD devletinin ve tabii küresel sermayenin Obama tercihinde karar kıldığını söylüyordum. Hatırlarsınız, 2000 seçimlerinde Demokrat aday Al Gore, Florida ‘oyunu’ ile kaybetmişti. Çünkü 2. Bush dönemi için, tıpkı şimdi olduğu gibi, ABD devleti karar vermişti. Sonra 2001’de kuleler vuruldu ve arkasından Irak işgali geldi. Ağırlık merkezini militarizmden alan, kalpazan para ve finans sistemine dayanan askeri-sınaî yapı henüz son şansını kullanmamıştı. Bu ‘şansı’ Bush kullandı ama beyhude bir çaba oldu bu. Çünkü kriz kaçınılmazdı. Ancak gelen kriz, yalnız neocon iktidarını bitirmiyordu, ABD hegemonyasının temsil ettiği ulus-devletler hiyerarşisini de bitiriyordu. Zaten buraya gelene değin, gelişmekte olan Asya dünya üretiminin dizginlerini ele geçirmişti. 2008 krizi ve Obama iktidarı, hem yeni bir dünya düzeninin başlangıcı hem de Doğu Avrupa, Türkiye ve Ortadoğu ekseninin de gelişmekte olan Asya’ya eklemlenmesi anlamına geliyordu.
Burada Ortadoğu’nun sınırları yeniden çizilecek, Türkiye güçlü bir eksen ülke olarak, Irak, Suriye hattını, Mısır’da büyük Mağrip-Doğu Akdeniz’i dönüştürecekti. Tam burada Türkiye, Rus enerji tekelini kıracak adımları da hızla attı. İki gelişme çok önemliydi: K.Irak Kürt yönetimi ile yapılan Ceyhan petrol boru hattı anlaşması ve Azeri gazını TANAP projesiyle Avrupa’nın içine taşımak. Şunu hemen söyleyelim bugün İran’ı Ahmedinecat yönetmiyor, Hameney yönetiyor. Hamaney’de Türkiye üzerinden yumuşak bir geçişi kabul etmişti. İstanbul nükleer toplantısında iş bitiyordu. Ama o sırada hem TANAP hem de Barzani’nin açıkladığı boru hattı projeleri gündeme geldi. Ve İran çark etti. Öte yandan Türkiye’nin hem enerji hem de pazar paylaşımında hızlı büyümesi Almanya başta olmak üzere, geleneksel Avrupa sermayesini- ki bunun içinde Rothschild gibi yapılar vardır- ve neoconları ürküttü. Bunun için Suriye’ye destek arttı ve Baas ayakta kaldı. Aslında bu kontr-Türkiye ve Obama yapı, ABD’de, Obama yönetimi tasfiye edip, Brzezinski’nin ‘İkinci Şans’ kitabında ileri sürdüklerini gerçekleştirerek krizden çıkma stratejisini önüne koymuştu. Brzezinski’nin bu kitaptaki en önemli tespiti, içine Türkiye’yi de alan ve Çin’e kadar uzanan yeni bir ‘Asya-balkanlaşma’ haritası çizmesidir. Bu harita, Ankara’dan başlıyor; Arap yarımadasını, K. Afrika kıyalarını oradan da tüm Kafkasya’yı içine alarak, Rusya’nın enerji yatağı bozkırlarından geçiyor ve Çin’e uzanıyordu. Ama bu olmadı. Olmamasında AK Parti iktidarının özellikle Davutoğlu’nun payı vardır.
Bugüne gelelim; 2. Obama dönemi, eğer Türkiye isterse, aynı zamanda bir Türkiye dönemi de olacaktır. Çünkü Rusya ve İran’ın, İsrail’in geri çekilmesi ile de süngüleri düşecektir. Her iki ülkenin de panzehiri düşük petrol ve geriye giden militarist sınaî komplekstir.
Not artırımı nasıl tuzağa dönüşür?
Şimdi gelelim şu Fitch hamlesine. Tamam, bu Türkiye için çok önemli bir başarıdır. Türkiye, doksanlı yıllarda kaybettiği seviyeye -18 yıl sonra- yeniden gelmiştir. Düşünün, yalnız 93 yılını düşünün, Mumcu, Özal, Bitlis ve 33 Er katliamları sonra 94 krizi ve 28 Şubat. Tablo açık değil mi? Şimdi yeniden başlıyoruz. Küresel sermaye, Türkiye’ye ‘seni gördük, elini aç ve oyuna gir’ demiştir. Bu onlar için bir zorunluluktu, çünkü sermayenin gideceği başka bir yer yok ve Türkiye’yi görmek zorundaydılar. Ancak, bu koşullarda, krize yakalanmak ya da yakalanmamak tercihi daha doğrusu şansı bisiklete binmek gibidir. Pedal çevirmeyi bırakırsanız düşerseniz ve küresel kriz girdabı sizi de içine alır.
Bu not artırımından sonra, Türkiye’ye sermaye girişlerinin hızlanacağı bilinen bir gerçek artık. Bu gerçeği OVP’da ‘düşürülen’ büyüme ile birleştirirseniz, bunun ihracatı vuracağını söylemek zor olmaz. Çünkü bu süreçte ister istemez TL değerlenecek ama TL, doğrudan yabancı yatırımlar ya da ihracat getirileri ile değil, sanayinin durduğu noktada, kısa vadeli girişlerle değerleneceği için biz yeniden gereksiz değerli TL, yüksek faiz cenderesine gireceğiz. Burada, TCMB’nin politika faizini düşürmesinden sonra, yapılması gereken banka sistemini ciddi bir reformla yeniden yapılandırmak ve banka sistemini, Hazine’yi fonlama ile tüketici kredisi oluşturma kısır döngüsünden çıkarıp, ihracat ağırlıklı sanayiyi fonlamasını sağlamaktır. Bakın aşağıdaki grafik, OECD ülkelerinde, 2010’dan beri büyümeye katkı kalemlerini veriyor. Son üççeyrekte büyümeye net ihracatın katkısını görüyorsunuz. Yukarıda söylediğim gibi bu bir yarış. Türkiye ihracata dayalı bir sanayileşmeyi artık bütünlüklü bir sanayi politikasına dönüştürerek yola devam etmelidir.
Bunları yapamazsak, ABD’nin (büyük bir ihtimalle Obama’nın) bu 2. döneminde Türkiye lehine olan gelişmeleri değerlendiremeyiz ve bu not artırımları falan da bizim için tuzağa dönüşür.