17 Aralık sonrası iktidarın bana göre demokrasiden taviz anlamına gelen düzenlemelerinin Avrupa Birliği’nde doğurduğu tepkileri anlamak ve anlamlandırmak için iki gündür Brüksel’deyiz. AB kurumları ve Türkiye’yi yakından takip eden insanlarla yaptığımız görüşmelerden elde ettiğimiz izlenimleri daha sonra detaylı olarak başka bir platformda paylaşacağız.
Ancak görünen o ki AB’nin, ne HSYK, ne de internet düzenlemeleri yüzünden Türkiye ile ipleri koparmaya, bazılarının umduğu gibi üyelik sürecini askıya almaya niyeti var. Tam tersine AB Türkiye ile daha yakın çalışmak istiyor. Hukukun üstünlüğü, güçler dengesi gibi hassas alanlardaki sorunları müzakere ederek aşmayı umuyor. Bunun anahtarı olarak da 23 ve 24’üncü başlıkları görüyor.
***
Komisyon’da konuştuğumuz yetkililer de, diğerleri de yargı ve temel haklar konusunu kapsayan 23 numaralı başlık konusunda ısrarlı. Fakat Rumların bu başlığı çözüm gerçekleşene kadar bloke etmeye devam edeceklerini düşünüyorlar. Konuştuğumuz bazı insanlar Almanya ve Fransa’nın inisiyatif alabileceğini, Kıbrıs’ta geçtiğimiz günlerde başlayan müzakere sürecinin Rumların yumuşamasına katkıda bulunabileceğini düşünüyor.
Bazılarıysa Hollanda gibi insan haklarını önemseyen ülkelerin yeni bir başlık açılmasını bloke edebileceğine inanıyor. Ama hemen herkesin üstünde birleştiği nokta AB’nin Türkiye ile ilişkilerini derinleştirmesi gerektiği yönünde.
Bu yüzden de Kıbrıs sorununun çözümüne umut bağlanmış durumda. Kopuş ya da müeyyide kimsenin gündeminde yok. Daha önce Türkiye’ye 5 mektup gönderen Komisyon dahi bekle gör politikası izliyor.
Beklenen de tabii ki uygulama. Eğer yasalar anti-demokratik uygulamalara yol açarsa, AB-Türkiye ilişkilerinin gerilmesi kaçınılmaz görünüyor. Bu yılki İlerleme Raporu anlaşılan kritik önemde olacak. AB kurumları uygulamaları çok daha yakından takip edecek.
Komisyon paralel devlet tartışmasına taraf değil, beklentileri paralel devlet iddiaları doğruysa hukukun sınırları içinde alınarak mücadele edilmesi yönünde. Yolsuzluk iddialarını ise Türkiye’nin iç işi olarak görme eğilimi ağır basıyor.
AB-Türkiye ilişkilerini yakından takip edenler üye devletlerden ciddi bir tepki beklenmemesini tavsiye ediyor, Komisyon’un yine ölçülü tepki verebileceğini belirtiyorlar. Onlara göre üye devletler açısından Türkiye ticari potansiyeli, coğrafi konumu ve çevresindeki sorunlar yüzünden kaybedilmeyecek kadar önemli bir ülke.
İçeride eleştirilen pek çok konu belli ki dışarıda prim yapıyor. Türkiye’nin dış politikasındaki başarılar iç politikasındaki sorunların daha az önemsemesine yol açıyor. Suriye, İran, İsrail ile olan ilişkilerin geleceği hemen tüm konuşmalarda karşımıza çıkan konular arasında.
AB, Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki çatışmaları durdurmak için bile Türkiye’nin desteğini beklerken Türkiye’yi, Türkiye’yi yöneten AK Parti iktidarını kızdırması zor. Ancak Türkiye’nin de yasal düzenleme yaparken, yaptığı yasal düzenlemelerini hayata geçirirken demokrasi ve temel Avrupa değerleri konusunda hassas olması gerekiyor.
Çünkü demokrasiyi zorlayabilecek her adım, insan haklarını ihlal edebilecek her karar Türkiye’nin etkisinin ve etkinliğinin sadece AB’de değil dünyanın hemen her yerinde azalmasına yol açıyor. Çok yakın zamana kadar başkalarına örnek gösterilen Türkiye zihinlerde tekrar sorunlu ülkeler kategorisine konuyor.
***
Umarız iktidar Türkiye’nin çok hassas dengeleri kollaması gerektiği gerçeğini gözardı etmez, AB’yi şu an almayı hiç düşünmediği kararları almaya zorlamaz. Unutmayalım ki üyelik Müzakere Çerçeve Belgesi’nin 5’inci maddesine istinaden askıya alınırsa Türkiye’nin zaten kırılgan olan ekonomisi ciddi bir krizin eşiğine sürüklenebilir.
Hatırlayacağı gibi 2005’te kabul edilen bu belgeye göre Komisyon kendi inisiyatifi veya üyelerinden üçte birinin talebiyle Türkiye ile olan müzakerelerin askıya alınmasını özgürlük, demokrasi, insan hakları veya temel özgürlüklerin ihlal edilmesi yüzünden teklif edebilir. Bu da zaten zar zor yürüyen üyelik sürecinin bitmesi anlamına gelir...