Eski Yunan’ın etnik köken takıntılı bazı düşünürleri diğer insanların Yunanlıların kölesi olarak yaratıldığını savunurmuş. Eski Roma’da da (orbis Ramanus) ‘Dünya sadece Romalılara aittir’ ve ‘Romalılar yeryüzü halkının efendileridir’ (prenceps orbsi terranum populus) gibi düşünceleri savunanlar varmış. Benzer şekilde kendilerini haşa Allah’ın oğulları, diğer insanları da kendi hizmetkârı olarak gören Arz-ı Mev’ud inananları olduğunu biliyoruz.
Kendisini seçilmiş, kutsanmış, özel ve üstün bir grup olarak gören anlayışların diğer insanlara biçtiği rol hep kölelik, hizmetkârlık olmuş… Üstünlük peşinde koşan ve ötekini aşağılayan anlayışın güç ve iktidar sahibi olması insanlık tarihindeki büyük zulümlere kapı açmıştır. Haksızlık, hukuksuzluk, keyfilik hep bu kendisini dokunulmaz ve üstün gören zihniyetin ürünüdür.
ABD’nin veya ABD’de kimi güç odaklarının kendisini süper güç, mutlak muktedir, üstün, dokunulmaz ve sorgulanamaz irade gibi görmesi insanlık adına, uluslararası hukuk ve barış açısından hiç de hayırlı bir durum olmaz. Bu güç odaklarına göre ABD vatandaşları birinci sınıf ve çok değerli, diğerleri sıradan ve önemsiz; ABD’nin çıkarları için her şey kurban edilebilir, diğer insanların hak ve hukuku teferruattır… Bu tür anlayışlara sapanlar ABD’ye sadece kötülük yapmış olurlar.
ABD konsolosluğunda çalışan Türk vatandaşının gözaltına alınması ardından yaşanan telefon hadisesi çok manidardır. ABD, gözaltına alınan şahıstaki bir telefonun diplomatik hususiyete sahip olduğu gerekçesiyle iade edilmesini istiyor.
Diplomatik misyon, elbette ülkelerin bağımsızlığının ve egemenliğinin bir uzantısı ve göstergesidir. Bağımsız ve egemen ülkeler, uluslararası hukuk bağlamında birbirleriyle ilişki kurarlar ve karşılıklı olarak varlıklarının tanınmasını isterler. Telefon hadisesi ise bu bağlamda bir konu değildir.
Peki, bir telefonunun peşine düşen ABD, Türkiye’de darbeye kalkışan, insanları katleden, sayısız suçlar işleyen bir örgüt elebaşısını niçin iade etmez?Adalet Bakanımızın açıklamasına göre iade önündeki tüm engeller ortadan kaldırılmış, şekil şartlar da yerine getirilmiş…
Biliyoruz ki, ABD’de ‘ulusal güvenlik meselesi’ denilince akan sular durur. ABD kendi ulusal güvenliğini korumak için dünyanın dört bir yanında operasyonlar yapar, Bin Ladin örneğinde olduğu gibi yeri göğü birbirine katar.
FETÖ, Türkiye için açık, aleni, somut bir ulusal güvenlik tehdididir. Böyle bir suçluya kol kanat germek hangi uluslararası hukukla, hangi dostluk ilişkisiyle, hangi stratejik ortaklıkla izah edilebilir? Türkiye’de iktidarı ve devleti devirmeye çalışan bir örgüt söz konusu…
Türkiye’nin egemenlik ve bağımsızlık haklarını hiçe sayar şekilde bu örgüte destek verenler bu müdahaleci tavırlarıyla suça ortak olmuş sayılmazlar mı? Kimi Avrupa ülkelerinin FETÖ’cülere sığınma hakkı veren tavırları Türkiye’nin ulusal güvenliğine kastedenleri himaye anlamına gelmiyor mu?
FETÖ’cülerin adalet karşısına çıkarılması ve hesap vermesi her türlü hukukun gereğidir. Bunun önünü açmak yerine kesmeye çalışmak ancak suçluluk duygusuyla izah edilebilir.
Telefonuna sahip çıkarak ulusal onurunu koruduğunu düşünen ABD, niçin Türkiye’nin ulusal onurunu hesaba katmaz?
ABD yönetiminin terör örgütlerine yönelik çifte standart güden yaklaşımları giderek daha büyük bir hayal kırıklığına dönüşüyor. YPG’ye tırlar dolusu silah veren, FETÖ’cülere yataklık eden, Türkiye’nin hiçbir güvenlik kaygısına saygı duymayan ABD yönetimi maalesef karşılıklı güveni sarsacak ve ikili ilişkilerde uzun yıllar telafi edilemeyecek bir tahribat oluşturmaya başlıyor.
Son telefon hadisesi, Devlet Bahçeli’nin ifadesiyle gerçekten ‘şaka gibi’… Bahçeli haklı olarak soruyor: “Pensilvanya’daki hoca görünümlü teröristbaşını iadeye yanaşmayan, onca delile, onca kanıta rağmen 15 Temmuz FETÖ darbe teşebbüsüne tam olarak inanmayan ABD, telefon isteyerek şaka mı yapmış, yoksa kafa mı bulmuştur?”
ABD, bu tür yaklaşımlarla sadece meselenin ciddiyetini anlamadığını göstermekle kalmıyor, Türkiye halkının tepkisini de kabartıyor.