21 Ekim 2014’te Yeni Şafak’ta ABD ve Batı’ya Bel Bağlarsan başlıklı bir yazı yazmıştım. O yazıda Batı’ya ve ABD’ye bel bağlamanın ne gibi acı sonuçları olacağını örnekleriyle vurgulamıştım. Bugünlerde ABD’ye büyük umutlar besleyen PYD/YPG’nin acınacak halini hep birlikte izliyoruz. Tarihten ders alınsa böyle olur muydu bilmiyorum ama olup biteni iyi incelemekte fayda var.
Kanlı İran-Irak savaşı esnasında dönemin Başkanı Ronald Reagan ABD desteğini iletmek üzere Donald Rumsfeld ve özel bir CIA ekibini Bağdat’a göndermişti. Ticaret Komitesi’nin izniyle Amerikan şirketleri Saddam’a şarbon ve böcek ilaçları vermişti. Saddam Hüseyin bunları daha sonra Halepçe’de Kürtlere karşı kullanacaktı. 16 Mart 1988’de Bağdat yönetimi çoğu kadın ve çocuk olmak 6.357’ı bu gazlarla öldürmüştü. Kürtlerin ABD’den yediği ağır kazıklardan biriydi bu.
Gel zaman git zaman köprünün altından çok sular aktı. 1990’da Irak ile petrol zengini Kuveyt arasındaki ipler gerilmişti. ABD’nin Irak Büyükelçisi April Glaspie, Saddam’a “ABD’nin sınır konularında taraf olamayacağı” garantisini vermişti. Saddam bunu ABD yönetiminden bir sinyal olarak algılamış ve 250 bin asker ve 1.500 tankla Kuveyt’i işgal etmişti.
Ortadoğu’da askeri açıdan varlığını artırmak isteyen ABD, Saddam’ın bu öngörüsüzlüğüyle hayatının fırsatını yakalamıştı. Savunma Bakanı Dick Cheney ve Genelkurmay Başkanı Colin Powell büyük bir Amerikan gücünü bölgeye yerleştirmek için Suudi Kralı’nı ziyaret etmişlerdi. Hatta Suddi Krala “Saddam sizi de işgal edecek” korkutmuşlar ve sahte uydu fotoğraflarını delil diye göstermişlerdi. Neticede ABD istediği askeri yapılanmayı bölgeye kurabilmişti.
Sonra Birinci Körfez Harbi’nde Baba Bush Irak’ı 4 hafta bombaladı. Saddam’ı devirmek üzereydi. ABD’nin Arap müttefikleri Saddam devrilirse İran güçlenir dedi. Saddam’ı devirmeyen ABD bölgeden çekildi. Kürtlere ve Şiilere siz devirin dedi. Onlar da ABD’nin sözünü dinleyip ayaklandılar. Ama Devrim Muhafızları ayaklanan Şii ve Kürtleri helikopterden attıkları gazlarla zehirlediler. Binlerce Kürt mülteci Türkiye’nin sınır kapısına dayanmıştı. Bu Kürtlere ABD’nin attığı ikinci kazıktı.
2003’de Irak’ı işgal etmeyi kafasına koyan Amerikan yönetimi Kürtlere tarihi bir fırsat verdi. Talabani ve Barzani bunun farkındaydı. Özellikle Barzani Türkiye’yi küçümsüyor, “Türk ordusunun Saddam’ın ordusundan farkı olmadığını” söylüyordu. Ne var ki çok geçmeden durum değişti ve başta Barzani olmak üzere Kürtler Türkiye’siz bölgede varolmanın mümkün olmadığını gördüler. Neçirvan Barzani 2012 Aralık ayında Time dergisine Türkiye kapısının ne kadar önemli olduğunun vurguluyordu.
2013’de Suriye’de devrim yaptığı söylenen PYD ve onun silahlı kanadı YPG’nin efsanesi çok çabuk söndü. DAEŞ Kobani’yi ha düşürdü ha düşürecekti. Ama Amerika’nın hava desteğiyle DAEŞ geri püskürtüldü. Salih Müslim ve PYD ABD arkamızda diye seviniyordu. Halbuki tarih bilenler gerçeğin böyle olmadığını biliyordu.
Yurtiçi ve dışında Türkiye DAEŞ’e yardım ediyor algısı vardı. Bunu medya aracılığıyla pompalıyorlardı. FETÖ, Doğan medyası ve yurtdışı medya bir yandan da Türkiye MİT tırlarıyla DAEŞ’e silah verdi deyip, Lahey’de yargılansın diye kampanya yürütüyordu. ABD ve Batı’nın bu argümana sarılacağını düşünüp var güçleriyle Türkiye’ye saldırdılar.
7 Haziran seçimlerinden sonra yüzde 13 oy alan HDP’nin normalleşeceği ve terör örgütü PKK’nın silah bırakacağı düşünüldü. Oysa tam tersi oldu. PKK asker ve polisimizi şehit etmeye başladı. Mafya yöntemleriyle silah bırakmayacağını herkese gösterdi. HDP, FETÖ, Aydın Doğan açıkça PKK’yı savundular. PKK’lıların ana akım medyada kendilerini aklamasına fırsat verildi.
Suruç’ta DAEŞ’in yaptığı katliamdan sonra Türk devleti her iki terör örgütüne operasyon başlattı. ABD ile bu konuda müzakereye varıldı. Amerikan yönetimi önceliği DAEŞ olsa da Türkiye’nin PKK’yla mücadelesi meşrudur dedi. Yani NATO müttefiki iki ülke artık anlaşmıştı. Kürtler gene ihanete uğradıklarını düşündüler. Türkiye haklı olarak terörle mücadele ediyor ve Türk jetleri PKK kamplarını vuruyor. PKK ağır kayıplar yaşıyor. Bir yandan da yeniden masaya otururuz diyerek Brüksel’den meşruiyet devşirmeye çalışıyorlar.
Çok geç kaldılar. PKK’yı kınamayıp ona destek alanlar Türk devletinden en ağır tokadı yiyecekler. Kazanırız diye girdikleri bir kavgada Türk devleti tarafından dümdüz edilecekler. Geçtiğimiz 21 Ekim’de yazımı şöyle bitirmiştim: “Amerika bugün siyasi denklemde Türkiye’yle aynı yerde durmasa da 77 milyonluk bir gücü karşısına almak istemez. Yarın bir gün ABD tercih yapmak zorunda kalınca kimden yana olacağı bariz belli. Elbette DAEŞ’in zulmü mazur görülemez ama Kürtler bunu fırsat bilip Türkiye’ye sert çıkışmasının mantığı yok. Dün Halepçe’de, Kuzey Irak’ta, Süleymaniye’de sizi yarı yoldan bırakanlar, aynı şeyi niçin tekrar yapmasınlar?”
Evet aradan 9 ay geçti. Türkiye, ABD ile anlaştı. Büyük devletler kendi ayarındaki devletlerle çalışır, paçavralarla değil. Umarım bu kez PYD/PKK/YPG yaşananlardan bir ders alır, yoksa daha çok ağlarlar. Ha, Batı’nın ipiyle kuyuya inmek isteyenler, ipi tutanların yarın bırakacağını, hep bıraktığını unutmasınlar.